18 Ekim 2020 Pazar

Ne?

Ne istiyorum?

Ne yapıyorum?

Neden her şeyi bir sonra yapılacak olarak erteliyorum?

Bu benim istediğim şey mi? yoksa tercih ettiğim mi?

Londra.2020

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Antalya - Kaş Arası Gezi Notları

1. Gün Göynük Kanyonu 
(18 Ağustos 2014)

Göynük Kanyonu ilk defa gideceğim ve hemen hemen Antalya’da tanıdığım arkadaşlarımın hiç birinden duymadığım bir yerdi. İnternette yaptığım araştırmalar sonucu çok fazla bilinirliği olmadığı fakat bunun aksine muhakkak ziyaret edilmesi gereken bir nokta olduğuydu.

Arkadaşlarımla Konyaaltı-Hurma mevkiinden kiralamış olduğumuz araçla Kemer yoluna doğru yola çıktık. Ortalama bir 20-25 dakikalık yoldan sonra  Göynük Kanyonu (Olimpos Milli Parkı sınırları içerisinde) sapağına ulaştık. Kemer yoluna giderken sağ tarafta kalan Göynük Yaylası yolundan 1-1,5 km.lik mesafeden sonra parkın girişine vardık. Parka giriş kişi başı 5 TL (2014 yılı Ağustos ayı). Girdikten sonra yol Likya Yolu ve Göynük Yaylası olarak ikiye ayrılıyor.


Göynük Yaylası tarafından yürümeye devam ettiğinizde karşınıza sanırım yöredekiler veya işletmelerce su yolunun önü tutularak oluşturulmuş üç “yarı“ doğal havuz geliyor.



Havuzların etrafında restaurant, otel vb. yapılar mevcut. Yemek yemek isterseniz bunu hemen suyun üstüne kurulmuş güzel bölümlere oturarak yapabilirsiniz.



Bu yapıların güzel yanı doğaya uyumlu olmaları için ahşaptan yapılmaları ve insanın gözüne sokulmamaları. En azından beni çok fazla rahatsız etmedi.

Bu alan kanyona 2.5 km mesafe uzaklıkta ve siz bu yolu yürüyerek veya kanyonda kiralayacağınız ekipmanlar için hemen girişteki ofise ödeme yapmak suretiyle firmanın aracıyla alabilirsiniz.

Biz ulaşımı önce güzel doğal doku eşliğinde yürüyerek yapmayı planlasak da hem zaman sıkıntısı hem de havanın çok sıcak olmasından firmanın aracı ile gerçekleştirdik.

Kanyonda tur atarken size temin edilen kask, giysi ve can yeleği için kişi başı 25 TL gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor. 

GoPro kullanmak isteyenler için özel bir kaskta mevcut. Eğer siz de bizim gibi GoPro kafa aparatını arabada unutursanız buradan kiralayabilirsiniz. Fakat bu kasktan bir tane olduğunu ve bizim gibi bir başkasının da GoPro’su ile gelebileceğini hesaba katıp hızlı davranmanızı öneririz. Çünkü biz geç kalıp tek kaskı aynı anda girdiğimiz bir aileye kaptırdık. Gerisi artık elde taşıdığımız GoPro çekimlerine kaldı. Ayrıca özel eşyalarınız için kilitli dolapların olduğunu ve güvenilir bir şekilde eşyalarınızı buraya bırakabileceğinizi belirtmekte fayda var. Kanyona giderken yanınızda havlu götürmenizi öneririm.



Tüm malzemeleri giyindikten sonra iş buz gibi suya kendinizi koşar adım atmanız. Kanyonun girişindeki su derin olduğundan sıcaklık farkları çok fazla değişiyor. Bu Antalya gibi sıcak bir memleket için açıkçası bulunmaz nimet. Ama ilk girişte cidden soğuk olduğunu belirtmeliyim.



Kanyonda çalışanların 700 metre uzunluğunda dediği alana ilk girişten sonra bazen yürüyerek, bazen dilediğiniz kadar zaman geçirerek (ki ben en çok suya sırtüstü yatıp üstümdeki güzelliği izlemekle harcadım zamanımı), herhangi bir aceleniz olmadan kanyon gezinizi yapabilirsiniz.

Bizim gezimiz 40 dakikadan fazla sürdü. Bunda hem çekim yapmamız hem de olayın tadını fazla fazla çıkarma gayretimiz söz konusu.





Hemen hemen hiç el değmemiş bir ortam ve tatlı suyun güzelliği ile geri  dönüş yoluna koyulmadan her ne olursa olsun son bölüme kadar ilerlemenizi öneririm. En sonda yer alan kendi çapında şelalelerin altına girip suya meydan okumaya çalışmak inanılmaz bir zevk. Bu kısma ulaşana kadar yürüdüğünüz yolda sizi sadece bir nokta zorlayacaktır. Bunu da bir şekilde aşacağınıza eminim.

Turun dönüşünde kiraladığınız giysi ve malzemeleri teslim ettikten sonra kendinizi acıkmış hissedebilirsiniz. Size tavsiyem yanınızda yiyecek bir şeyler götürmeniz. Çünkü yemek yiyebileceğiniz piknik masaları ve enfes bir doğa mevcut.

Geri dönüş yoluna koyulduğunuzda yeni bir grup getiren firma aracına denk gelirseniz binebilir veya yolu yine araçla hızlıca geçebilirsiniz. Fakat unutmayın ki araç size özel olarak geri dönmeyecektir. Eğer araç yeni bir yolcu grubu getirmemişse iş tabana kuvvet geri yürümeye bakar ve inanın pişman olmazsınız. 

Ağaçların kokusu, çok güzel bir doğal ortam ve yokuş aşağıya doğru yürümek sanırım bu gezinin kaymağı olarak kalacak zihnimde.

Beldibi Mağarası

Göynük Kanyonu’ndan sonra amacımız Beldibi Mağarası’nı görmekti. Fakat Göynük Kanyonu’na gelmeden önce olduğunu düşündüğüm mağara ile ilgili tek bir işaret levhası veya yön tabelası görmedik. Beldibi’nin içinden geçerek bilgi almaya çalıştık fakat oraya olan yolun araçlara kapandığı ve ziyaret edemeyeceğimize yönelik bilgiler alınca ister istemez bu planımızdan vazgeçtik.

Göynük Kanyon gezintisi nedeniyle çok acıktığımız ve civarda ne iyidir/kötüdür bilmediğimizden mobil cihazlarımızla foursquare/swarm/mekanist gibi uygulamalardan yemek yiyebileceğimiz bir yer aradık. Açıkçası en çok önerilen Dayının Yerine vardığımızda pek istediğimiz sonucu alamayacağımızı düşünüp uygulamaların önerdikleri değil gözümüze hitap eden bir yere girdik. Şansımızı Aya Küstü Köftecisi’nde denedik ve hiç pişman olmadık.



Özellikle servis şahaneydi. Yani köftenizin yanına getirilen soğan salata veya yeşillik bitmeden yenisini ister misin? diye soran tatlı bir çalışan, üstüne daha “gözü açılmamış” bir işveren (Aya Küstü sloganını ben buldum diye ayrıca gururlanıyordu) muhabbeti yemeğe ayrıca bir tat kattı.

Ayrıca şunu belirtmeliyim ki bugüne kadar tonla yerde köfte yedim hiçbiri yemeğin sonunda çayla beraber sakız ikram etmemişti. Yani inanın çok şaşırdım. Eğer Olimpos tarafından Antalya’ya dönüş yapıyorsanız ve açsanız girin Beldibi’ye yemeğinizi Aya Küstü Köftecisi’nde yiyin.

2. Gün Phaselis Antik Kenti 
(19 Ağustos 2014)





Buraya gelmeden önce bir Müze Kartı sahibi olmanın akıllıca bir iş olacağını söylemek isterim. Gerçi kentin girişine geldiğinizde giriş ücreti ödeme noktasında bir Müze Kart çıkarabileceğinizi de bilin. 

Bir yıl boyunca sınırsız geçerli olan ve belli noktalarda indirim sağlayan Tam Müze Kart 50 TL, yine bir yıl süreli fakat heryere sadece 2 giriş hakkı tanıyan Müze Kart 40 TL, öğrenci kartı ile alabileceğiniz sınırsız Öğrenci Müze Kart ise 20 TL'ye satın alınabilir. 

Müze kartı almadan da sadece Phaselis'e giriş yapabilmek için bilette alabileceğini söylemeden geçmeyelim.

Neyse; Antalya'da bulunan ören yerlerinin en büyük özelliklerinden olan denize yakınlığı sayesinde hem tarihi bir gezintiye çıkıp hem de denize girerek rahatlayabilmek büyük bir zevk. Bu nedenle buraya gelirken yanınızda havlunuz, terliğinizde mutlaka bulunsun. 



Ayrıca yanınıza yiyecek bir şeyler ve su almayı unutmayın. Şu ana kadar karşılaştığım en acayip su satış politikasına sahip bir marketimsi şey antik kentin içinde yer alıyor (ki bu pazarlama yöntemi sonraki günlerde de karşımıza bolca çıktı). Adamlar suyu buzlu ve soğuk su diye ayrı ayrı satıyor. Yani siz içmek için soğuk şaşal su (küçük boy-33ml.) alırsanız 2 TL!, arabaya koyup yolda içmek için buz tutmuş suyu alırsanız 2,5 TL! ücret ödemeniz gerekiyor. Evet şaka gibi. Suyun pahalılığını geçtim buz tutmasını bile Antalya ve çevresinin sıcaklığından faydalanarak farklı fiyata satmak için bahane eden işletmeler bunlar. 

Bunun dışında Phaselis'in denizinin inanılmaz derece tuzlu olduğunu belirtmezsem olmaz. Yani es kaza biraz yutun resmen boğazınızı yakıyor. Göz yanması da o biçim. Siz havlu ve terliğin yanına birde deniz gözlüğü eklemeyi unutmayın. 




Antik kente gelince, kentte en korunaklı olan kısım sanırım tiyatro bölümü. Zaten bugüne kadar gezdiğim antik kent ve ören yerlerinde en sağlam kalan yapı hep tiyatro bölümü olmuştur nedense.

Çıralı Yanartaş

Yanartaş ile hikayeyi kısaca öğrenebilmeniz için link burada. Yanartaş Olimpos'tan hemen önce ana yoldan 7 km kadar aşağı indiğiniz ve indiğiniz yerden yaklaşık 700 m - 1 km yükseklikte ve büyük taşlarla örülmüş merdivenleri çıkabileceğiniz bir tepede. 

Tepeye ulaşmak için kullanacağınız yol düz bir yol olmadığından ayağınızda terlik yerine ayakkabı olmasına özen göstermenizi tavsiye ederim. Ayrıca yanartaşı gece ziyaret etmek en akıllıca iş. Yani doğal yanan ateşlerin yanında iken tepenizde yıldızları izleyebilmek büyük bir zevk. Tabi gece ziyaretçileri için en önemli ekipmanlardan biri ışık. Cep telefonunuzun ışığı yoksa yanınıza muhakkak bir fener alın. Çıkışta ve inişte çok lazım olacak. Ayrıca doğal ateşleri sadece görmek için değil üstünde sucuk kızartıp yanına şarap veya tercih ettiğiniz içkinizi yudumlamanızda sizin isteğinize kalmış. Şarapseverlerin yanında tirbüşonlarını unutmamalarını öneririm. Biz unuttuk ve mantarlar hep şişede kaldı :) 

Yanartaş mevkiine yürüyüşe başlayacağınız yola girdiğinizde amcanın biri kişi başı 5 TL bir ücret kesicek. Burası da Müze Kartın geçmediği noktalardan biri. 

Burası doğal yanan ateşinin yanında bahsettiğim yıldızları izleyebilmek için güzel bir yer. Ulaşmak için yürüdüğünüz yolda baya bir ter atacağınız muhakkak ama inanın görmekte fayda var. Hele mitolojiye meraklı iseniz hikayesini okumanızı tekrardan öneririm.

Çıralı Sahil

Yanartaş ziyaretinden sonra arkadaşlarla gece çadır kurabilmek için Çıralı sahile indik. Yön bulucu olarak mobil cihazlarımızdan faydalandığımız tekrar belirtmek isterim. Dönüşte çok karanlığa kalmamız, ışıklandırmanın yetersizliği, doğru düzgün yönlendirme tabelalarının olmayışından dolayı Yanartaş ören yerinden araba ile 10 dakikalık mesafeyi 1 saate yakın çıkardığımızı söyleyebilirim. Böyle olunca da ister istemez sahilde nereye çadır kurabileceğimizi kestiremeyip arabanın içinde uyuyuverdik. Tabi tüm gece boyunca gelen-gidenlerin gürültülerinden uyku haram oldu ama sabah erkenden kalkıp yeni doğan güneşin altında denize girmekte şahaneydi.

Çıralı sahilin hemen etrafında çadır ve karavan kampların olduğunu söylemekte fayda var. Bu alanlarda tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabiliyor çadırınızı kurabilecek güzel bir alanda bulabiliyorsunuz. Biz geç saate kaldığımızdan bunları ancak sabah fark edebildik. Siz eğer sahile yakın çadır kuracaksanız arabanızı yavaş sürün ve gözünüzü dört açın. 



Çıralı sahili Olimpos sahili ile bir. Yani Çıralı sahilinin başından yürüyün 1,5 km. gibi bir mesafe yürüyünce Olimpos sahiline giriş yapmış oluyorsunuz. Bu sahil üzerinden araba ile gidilebilecek bir yol görmedik biz. Olimposa gidebilmek için tekrar anayola çıktık. Anayola çıktığımız gibi 1 km. yol yapmadan Olimpos sapağına vardık. Sapaktan sonra 11 km. giderseniz Olimpos'a, 18 km. giderseniz Adrasan'a varıyorsunuz. Adrasan'ın 2014 yazında yanıp kül olduğunu belirtmem lazım.
Çıralı sahilinin denizinin tuzlu (Phaselis kadar olmasa da cidden tuzlu), durgun, temiz bir su ile bol çakıllı bir sahile sahip olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca sineklerden dolayı sahilde rahatça güneşlenmeniz kolay olmuyor. Yanınıza bir sinekten koruyucu sprey almanızı öneririm. 


3. Gün Olympos
(20 Ağustos 2014)


Sıra geldi Olympos'a. Buraya ilk olarak sanırım 2007 yılında gelmiştim. O günden bugüne değişen çok fazla şey var mı derseniz pansiyonların artizliği iyice artmış diyebilirim. 

Şöyle ki 2007 'de Türkmen Pansiyon'da kalmıştım. O zaman bungalov dedikleri ağaç evler vardı. Daha bir öğrenci, genç işiydi. Mesela paranız yoksa klimasız içinde sadece yatak olan bir ağaç ev kiralayıp ortak kullanım alanlarından faydalanabiliyordunuz. O zaman böyle bir eve kişi başı 30 TL vermiştik. Bizim kaldığımız oda ağaçtan yapılmış olsa da tam ağaç ev sayılmazdı. En azından tahtaların aralarından kimse içeriyi göremiyordu. Bu ziyaretimizde böyle bir yer istediğimiz söylediğimizde artık böyle odaları olmadığı, pansiyon tipi olduğu (tuvalet, banyo odanın içinde ve klimalı odalar) ve kişi başı 75 TL'ye konaklayabileceğimizi söylediler. Şimdi abarttığımı düşünebilirsiniz ama 3 kişi aynı odaya girince toplamda 225 TL bir ücret ortaya çıkıyor ki bu da içinde klima, banyo olsa da odalar için yüksek bir fiyat anlamına geliyor bizim için. Ayrıca benim hatırladığım geceleri her konaklama yerinin canlı müzik etkinliğinin olmadığıydı. Yani Olimpos gibi küçük bir yerde 1-2 tane gece eğlenebilecek mekan varken şimdi hemen hemen tüm pansiyonların kendi içinde böyle birşey mevcut. Açıkçası büyük şehir gürültüsünden kaçmaya çalışırken bir başkasına yakalandığımı belirtmek isterim. Yani biraz kulak kabarttım da (emeklerine saygıyla beraber) canlı müzik yapan arkadaşların her biri birbirinden kötü. 

Neyse gece ile ilgili bir kaç ipucu daha vereceğim. Ben bizim konaklama maceramıza döneyim. Şimdi Türkmen ve diğer pansiyonlar fahiş bir fiyat çekince biz de internetten araştırmaya başladık. Olimpos'da mobil cihazların 3G internete bağlanmada sorunlar yaşadığını ve İstanbul'dan bir arkadaşımızdan destek aldığımızı belirtmem lazım. İnternette araştırdığımız yerlerde sezonun tam ortasında olduğumuzdan 3 kişilik yer bulmak çok zordu. Hele bi de işin içine düşük bütçe girince bu daha da zorlaştı. Fakat kendimize göre iki yer bulabildik. Bunlardan biri Eski-Yeni Tatil Evi idi. Telefonla konuştuğumuzda bizi Yörük Çadırı gibi bir mekanda kişi başı 35 TL'ye konaklatabileceklerini söylediler. Bunu not edip aramaya devam ettik ve Çavuşoğlu Pansiyon ile telefonlaştık. Çavuşoğlu Pansiyon'da aynı fiyata oda da (ikisinde de banyo ve tuvalet ortak kullanım) konaklayabileceğimizi söyledi. Hemen atlayıp Çavuşoğlu'na gittik. Şansımıza 3 kişilik odaları dolu olduğundan 4 kişilik klimalı odaya aldılar. Burada akşam yemeği mevcut değil. Sadece sabah kahvaltı var. Ama işletmecilerinin yaklaşımları son derece pozitif. 


Hele bi de böyle şımarık, daha 4 aylık adı Zeytin olan bir yaramazla vakit geçirme şansına sahip oldum. Hayvanların varlığı ciddi anlamda ortamı daha da bir cazip hale getiriyor. En azından benim için. Çünkü kaldığımız kısa zamanda bol bol bu yaramazla oynadım. 


Pansiyon sahile yakın değil. 2.5 km. lik bir uzaklık mevcut. Ama araba ile gittiğimizden çok sorun etmedik. Pansiyondan saatlik ve günlük (saatlik 3 TL, günlük 20 TL.) bisiklet kiralayabiliyorsunuz. Unutmadan hangi pansiyonda kalırsanız kalın yanınızda çok fazla mobil cihaz ve kamera varsa mutlaka bir 3lü-5li priz taşıyın. Yoksa odalardaki tek prizin başında sıra beklerken ağaç olabilirsiniz.

Pansiyon ile ilgili bu kadar bilgiden sonra Olympos ören yeri hakkında bilgi vereyim. Ören yerinin girişine bir jandarma binası ve kocaman bir kapı eklemişler. Ne zaman olmuş bilmiyorum ama ilk gittiğimde böyle birşeyin olmadığına eminim. Ören yerine yine Müze Kart ile giriş yapabiliyorsunuz. Açıkçası ören yerinden çok fazla geriye bir şey kalmadığını belirtmek isterim. Bir mozaikli bina ve bir kaç tabut dışında sağlam kalan birşey yok. Ha birde ören yerinde bir su kanalı var. O kanalın tarihi bi yanı yok. Arkeolog arkadaşımdan öğrendiğim kadarıyla köylünün biri yaptırmış o kanalı. Ören yeri içinden akan tatlı suyun buz gibi olduğunu ve içinden yürümenin çok zevkli olduğunu belirtmek isterim. 

Ören yerinden ileriye doğru yürüdükçe Olympos sahiline ulaşıyorsunuz. Daha önce belirttiğim gibi Olympos sahili Çıralı sahilin devamı. O nedenle deniz sıcaklığı, tuz oranı aynı. Yine denizin altı kocaman taşlarla dolu ve ister istemez bi yerlerinizi çarpıp yaralamanız olası. 

Ören yerine ve sahile gece 22'den sonra giriş yasak. Yani müze kartınızda olsa giremiyorsunuz. Kapıda jandarma bekliyor. Hadi ören yerini geçtim sahile neden inilemediğini anlamıyorum. Eskiden sahilde ateş yakıp insanlar içkilerini içerlerken şimdi mecburi olarak çevredeki barlara gidiyorlar. Ateş yakmak, ören yerine girmek yasak nedenini anlayabiliyorum da sahile erişim niye yasak anlamış değilim. 

Bu durumda Kadir'in yeri Bull Bar diye bir mekana gittik. Bu mekanda ilk önce sohbet edilebilmeye uygun müzikler çalıyor. Saat 24 gibi de bir üst tarafa geçip eğlenceye devam ediyorsunuz. Fakat gece ki eğlencenin devam ettiği kapının önüne koydukları iki tip önce Kadir"in Yeri'nde kalıp kalmadığınızı soruyor. Hayırsa önce tipinize bakıyor sonra ya giremezsiniz diyor ya da kafasına göre bir giriş fiyatı istiyor. Biz giremedik, arkamızdan giren 4 kız-1 erkekli gruptan kişi başı 15 TL, sonraki bir çiftten kişi başı 20 TL istediler. Yani bildiğiniz beş para etmez bir işletme anlayışı. 

Böyle olunca zaten insanda o mekanda eğlenmeye sebep bırakmıyorlar. Neyse deyip çok can sıkmadan Orange Bar'a gidip içkiler içildi. Eğlendik mi? derseniz onu yol arkadaşlarıma sormak lazım. Çünkü ben pansiyonda Zeytin'le oynayıp bunları yazmakla meşguldüm. 


4. Gün Gelidonya Burnu - Gelidonya Feneri (
36.219298, 30.409531)
(20 Ağustos 2014)

Gelidonya Feneri'nden bu sene başı haberdar olmuştum ve not etmiştim. İlla görmeliyim dediğim bir yerdi. Yanlış bilmiyorsam yine Likya Yolu üzerinden bir yerde. Bu gezi de anladığım bir şey varsa o da Likya Yolu'nu yürümem gerektiği. 

Gelidonya Feneri'ne gelebilmek için önce Kumluca'ya oradan da Beykonak içinden geçtik. Daha sonra Taşlık Burnu'na varmak için 6,5 km. olan ve araçla ancak rintintin hızında gitmenize olanak veren bir yolda ilerlerdik. Arabanızın tamponu veya altı yere çok yakınsa hiç denemeyin derim. Çünkü 1 metrelik bile düzgün yol yok.

6.5 kmlik engebeli yoldan sonra aramayla inip yürümüye başladım. Başladım diyorum çünkü arkadaşlarım yoldan perişan olduklarından beni beklemeyi tercih ettiler. Araçtan inip sanırım 1 km. daha yola devam edip Gelidonya Feneri'ne giden patika yola giriş yaptım.



Patika yol ortalama 1-1.5 km'lik ve hafif rampa şeklinde bir yol. Ama bildiğiniz patika yolu. Ağaçların içinde, inanılmaz bir orman ve deniz kokusunu içine çektiğiniz ve sadece sizin olduğunuz bir yol. Ben kan-ter içinde kalsamda bu yolun her bir anında zevk aldım. Gidiş ve dönüşte kendi kendime şarkı söyleyerek, ıslık çalarak ilerledim ki eğer bir hayvan var ise önceden haberi olsun ve bir korkuya kapılmasın. Yolda ilerlerken yardımcı olması içinde bir dal parçası bulmayı ihmal etmedim. Bu yürüyüşle ilgili olarak söyleyebileceğim sakına mızmız insanlarla falan yola çıkmayın. Yoksa tad alamazsınız. Eğer bu tarz yanlızlıktan ve sakinlikten hoşlanıyorsanız tek başınıza yola çıkın. 


Fenere geldiğimde terkedilmiş bir bölgeyle karşılaştım. Birilerinin yaşadığı belli ama kimse ortalarda yok. Bende yavaş yavaş yine fotoğraflar çekip, ilgimi çeken şeyleri incelemeye başladım. Birileri olsaydı da sorular sorabilseydim de dedim ama işte benden başka kimse yoktu. Ne yerleşik ne de gezgin..



Fenerin civarında su kaynağı yok, varsa da ben bulamadım. Üstüne bir de ben yanıma su almamışım. Siz siz olun yanınıza büyük bir şaşal su alıverin. Ama daha önce oraya gitmiş, ziyaret etmiş insan müsvetteleri gibi çöpünüzü ortalığa bırakmayın. Yani mangal yapılmış, bişiler yenmiş olabilir de çöpünü niye bırakıyorsun illa arkandan birilerinin sövmesi hoşuna mı gidiyor diye sinir krizleri geçirmedim değil.



Fenerin ışık tuttuğu adacıklar bunlardır ve gözle görülmeleri tavsiye edilir. Yani Antalya ve çevresinde Olympos, Adrasan vb. bilindik yerlerin dışında farklı bir yer görmek için tavsiye edebileceğim noktalardan biridir burası. Hele dönüşte bir de Korsan Koyu'nda denize girme şansı yakalarsınız.


Ben ne yazık ki bunu yapamadım. Acil çıkan ve yapılması zorunlu olan işlerden turumu yarım kesip eve dönmek durumunda kaldım. Daha turumda göreceğim, paylaşabileceğim notlar vardı. Yarım kalan turumu umarım ileri ki zamanlarda yapabilirim. Planladığım güzergah ne derseniz:
  • Melanippe Korsan Koyu (36°15'17.0"N 30°24'22.3"E) 
  • Myra
  • Kaş (Pansiyonda kalınacaksa rezervasyon yaptırın)
  • Kalkan - Kaputaş Plajı
  • Patara Antik kenti (Öğle sıcağında gitmemenizi öneririm)
  • Saklıkent Kanyonu
  • Ölüdeniz
  • Fethiye Kral Mezarları 
  • Fethiye 

Bunların dışında vaktiniz olursa şuraları da kendi güzergahınıza ekleyebilirsiniz.
  • Rhodiapolis
  • Limyra
  • Simena Antik Kentleri
  • Aziz Nicholas Kilisesi
Bir sonraki gezide görüşmek dileğiyle..


11 Şubat 2014 Salı

kurtyemekleri.blogspot.com | Kürt Yemeklerinin El Emeği Göz Nuru Tarifleri

Az önce çok güzel bir blogla tanıştım.

http://kurtyemekleri.blogspot.com.tr...

Açıkçası benim açımdan çok büyük bir eksiği kapatıyor. Neden derseniz insanlara ballandıra ballandıra anlattığım yemeklerin artık bir tarifi, şekli var. Dijital dünyanın nimetlerinden faydalanıp artık anlatmayıp ben bundan istiyorum diyebilicem. :)

İşin esprisi bi yana gerçekten el emeği, göz nuru bi blog. Ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Hatta bi iki tarifi deneyerek yeni tadlara ulaşabilirsiniz.

Korkmayın.. Beyne değil direkt mideye hitap ediyo bunlar.. Bölünmezsiniz... :)

Bu tanıtım dışında en sevdiğim yemeklerden biri olan Paxraç ile ilgili kısma yaptığım yorumu da paylaşmak isterim. Bu yemeklerle nasıl bir ilişkim olduğunu daha net anlama şansınız olur böylece..

Paxrac
http://kurtyemekleri.blogspot.com.tr/2012/01/pirgac-kombe.html

Doğma büyüme istanbulluyum. hayatımın çok büyük bölümü kadıköyde geçti. toprağımla tanışmam ilk önce ortaokul yaz tatillerinde gerçekleşti. sonrasında bizimkilerin emekli olup oraya yerleşince ciddi anlamda zaman geçirme fırsatı buldum. bazen aylar ayları kovaladı. istanbul doğma büyümeyiz desek de yine de kopmamıştı bağlar. neyse fazla uzatmayayım.

Paxraçı çok severim. Basit gözükür ama hem doyurucu hem de doğal ortamında pişirilince özellikle enfestir. Rojin den çıkarıp külünü üzerinden alıp sıcak sıcak yemesi gibisi yoktur. Köy yeri içinde yapımı kolaydır. Genellikle ekmek yapıldığı vakitler yapılır. Odun ateşinin kor hali en güzel ekmek yapıldığında olur çünkü..

Neyse işte pişirildiğinde akşam vakitleri elimde bi iki dilim paxraç davara çıktığım çok olmuştur. Bazen gece benim hakkımda rüyalar gören annem başıma kötü bişi gelmesin diye paxraçı yapar ziyarete gider dönerkende ben hariç herkese dağıtırdı. Tabi liseden beri tanrı inancı olmayan ben için bu durumu kabullenmek çok zor olurdu. Sonuçta ortada paxraç var ben yiyemiyorum. Hani bu benim iyiliğim içindi :)

13 Aralık 2013 Cuma

Anlıyorum!...

Herhangi bir arkadaş, çalışma arkadaşı veya aile bireyi ile konuşmaya, dertleşmeye başladığınızda hemen hemen hepsi sizi anladıklarını söyleyeceklerdir. Halbuki her iki cümlelerinden birinde kendi hayat doğrularının, önyargılarının, beklentilerinin ekseninde sizle fikirlerini paylaşacak, sizin düşünceleriniz, istekleriniz o an için önemini yitirecektir.

Aynı benim yapmak üzere olduğum şeyi insanlarla paylaştığımda yaptıkları gibi...

Şu bir aylık süreçte konuyu açtığım, fikrine danıştığım insanların tümünün aynı şeyleri söylemesi gerçekten hayret verici. Yani hepsinin hemen hemen aynı bakış açıya sahip olmasından kaynaklı olduğunu düşündüğüm görüşlerinin doğruluğu ister istemez geçerliliğini yitirmekte. Şöyle bir düşünün birbirinden farklı olduğunu, birbirine benzer hayatları yaşamadığını, farklı karakter ve fiziksel özelliklere sahip olduğuna inandığınız bu insanların çok büyük bir kısmının "niye yapıyorsun ki?, ne gerek var? boşuna!..." ve benzeri şekillerde tepki vermesi ya benim anlaşılır olamadığımı ya da anlaşılamak istenmediğimin göstergesi bence..

Sadece olumsuz değil olumlu anlamda da kararımı ve pratiğimi destekleyen insanlar her ne kadar farklı davranmış gibi gözükselerde aslında olumsuz duruş gösterenlerle aynı düzlemde hareket ediyorlar gibime geliyor.

Yapmakta olduğum şey benim gibi bağ kurmaya çalışıp her defasında çuvallayan biri için aslında  anlaşılır bir hareket. Kök salmak, yaşamın her anında varolmak gibi bir derdi olmayan, maddi dünya ile gerçekten ihtiyaçlar doğrultusanda bağ kuran ve anı yaşamak ile ilgili derdi olan, bu nedenle de "Deli" olarak tanımlanan birinin toplumun genel kabul görmüş kalıpları dışında hareket etmesi, buna göre plan yapıp harekete geçmesi çok anlaşılmayacak bir durum olmasa gerek...

İşin özünde gerçekten birbirimizi ne kadar anlamaya çalışıyoruz ya da karşınızdaki insanı anlamaya çalışmak sizin için bir ihtiyaç mı, önemi var mıdır soruları bizler için ne kadar hayati bilmiyorum ama bildiğim tek şey herkesi dinlemenin ama söylediklerine takılmamanın en doğru yöntem olduğu.

Bakarsınız arada bir önemli, zihin açıcı bir şeyler yakalarsınız...

19 Şubat 2013 Salı

AMORPHIS / My Kantele

Beni 2000'li yılların başına döndüren şarkı.. Delicesine dinlerdik.. Kaan'a selam olsun..

Hayatımda gittiğim ilk rock & metal konseriydi Amorphis'in 2002 ilkbaharındaki konseri.. Spica'daydı.. Sonrasında kapandı o mekan.. Yıllaaarr yıllaarrr.......


18 Şubat 2013 Pazartesi

Dream Theater ve 2002 yılından bu yana girdikleri kısır döngü

Bugün okuduğum kadarıyla Dream Theater yakında yeni albüm kayıtları için tekrar ve tekrar (!) stüdyoya girecekmiş. Bu sene içerisinde de -yani 2013 bitmeden- yeni albümü piyasaya süreceklermiş.

Şimdiiiiii..........

Dream Theater ilk albümünü ben henüz 4 yaşındayken :) 1989 yılında çıkarmış.

Bu grup 24.yaşında 13.albümünü çıkaracak. Engin Dream Theater bilgilerim beni yanıltmıyorsa en son 2 seneden uzun arayı "Six Degrees of Inner Turbulence" albümünden önce vermişlerdi. 1999-2002 yılları arası 3 yıllık bir araları olmuştu albüm yapmadan..

Ve bu grup ne yazık ki 2002 yılından bu yana BOK varmış gibi "bir sene albüm, bir sene turne" gibi bir APTAL döngüyle gidiyor!

Grubun efsanevi ex-davulcusu, idolüm olan, davula başlama sebebim Mike Portnoy "hadi beyler, biraz ara verelim. Bu kadar sık albüm çıkarmayalım." dediğinde diğer tüm üyeler adama sırt çevirdiler ve resmen "naparsan yap, istersen git, ama bu albüm yapılacak!" deyip A Dramatic Turn Of Events albümünü 2011 yılına sıkıştırdılar, Mike Portnoy'suz.. O artık yok!

2013'teyiz.. Amacını anlayamadığım bir şekilde adamlar otomatiğe bağlamış gibi albüm çıkaracaklar tekrar ve tekrar... Bu ısrarları öyle basit şeylerle açıklanacak gibi değil kanımca..

- 50'li yaşlar ve yaşlandıkça gözlerini bürüyen PARA HIRSI?
- Müzik şirketi'nden gelen BASKI?
En kötüsü ise en basit haliyle KENDİNİ BİLMEZLİK Mİ???

Bu anlamsız ısrarları, bu saçma tekrarları DREAM THEATER'a 2002 yılından bu yana çook şey kaybettirdi. Mike Portnoy'u kaybettirdi. Yaratıcılıklarını kaybettirdi. Ama en önemlisi müzikal anlamda KALİTE ve fan bazında KİTLE kaybettirdi...

Yani; nicelikteki bu abes ısrarları, niteliklerine olumsuz yansıdı. Niteliklerini kaybettiler. Kendilerini kaybettiler.

Sıçar gibi albüm üretmek, stüdyoya girip albüm yapmak Dream Theater'a yakışmadı, yakışmayacak...

Benim için Dream Theater 2002 yılından sonra her geçen albüm biraz daha BİTTİ.

1999 yılında tam 14 yaşımdayken müzik zevkimi 180 derece değiştiren, müzikte orijinali, ritmi, kaliteyi, edebiyatı, duygusallığı aramama neden olan Dream Theater'ın bu şekilde eriyip gitmesi, ısrarlı bir şekilde kan kaybetmeye devam etmesi çok üzücü.....

11 Kasım 2012 Pazar

Ukrayna - Kiev Gezi Notları / Episode 1

Ani gelişen ve bu nedenle pek hazır olmadan çıktığım Kiev gezisinin bugün 4. günündeyim. Bugünü  biraz soğuk algınlığı biraz da dinleme amacıyla kaldığım evde geçirdim. Bu esnada da gezi ile ilgili notlarımı almanın kendi tarihime not düşülmesi açısından iyi olacağını düşündüm. 

Bu blogda daha önce gerçekleştirdiğim İspanya gezisi ile ilgili notlarında bulunduğunu ayrıca belirtmek isterim. Eğer ilginizi çekerse veya yakın zamanda bir İspanya gezisi düşünüyorsanız size yardımcı olabileceği kanısındayım.

Neyse fazla lafı uzatmadan önce Kiev’e THY'nin Wingo kampanyası kapsamında aktarmasız geliş-gidiş bileti toplamı 99 Euro olan biletle geldiğimi bilmenizi isterim. Kısa zaman önce yaptığı işten çıkarmalarla benim tepkimi çeken ve yurtiçi uçuşlarda kesinlikle kullanmadığım THY'nin bu kampanyası kullanmam kendi açımdan bir çelişki olsa da bizim gibi çok çalışıp az kazanan insanlar içinde çok anlaşılmaz bir durum değil. Sonuçta yaptıklarının yanlış olduğu bilincindeyim ve elimden geldiğince de insanlara bu yöndeki fikirlerimi aktarmaya çalışıyorum.

07 KASIM 2012 ÇARŞAMBA --- KIEV’E GELİŞ
10 uçağına binmek için 2 saat önceden havaalanında gerekli işlemleri hallederek yerimizi aldık. Bu işlemler içerisinde özellikle yurtdışı çıkış harcı adı altında neden alındığını bilmediğim ve hemen hemen her ülkenin aldığını duyduğum bu ödemenin saçmalığına tekrardan vurgu yapmak istiyorum. Yani bu ne için alınıyor Allah aşkına biri açıklarsa çok sevinirim. Ödeme yapıldıktan pul alındıktan sonra 2. pasaport kontrolünü geçip hızlıca hayatımızın bir parçası olan ve yılda bir kez olmak kaydıyla her sene tekrar tekrar ödediğimiz kart bedellerinin karşılığı adına önce HSBC sonra da YAPI KREDİ bankalarının loungelarına gittik. En azından uçak kalkana kadar oturur bi çay içerizde dinleriz niyetine. Ama gelin görün ki hiçbiri bizi almadı. Burada da sınıfımız yetmiyormuş. Kartımızı bilmem neye yükseltmemiz gerekiyormuş. Hadi bu iki bankanın lounge var, GARANTİ o hizmeti komple kaldırmış. Tabi elimiz belimizde geri dönüp boş koltuk aradık kendimize. Ama ben kendi adıma Türkiye ye döner dönmez bununla ilgili her banka ile ilgili işlemlere başlicam. O kadar ki tüketici mahkemesi, kaymakamlık artık her ne devlet kurumuysa başvurumu yapıp o paraları alıcam. Almazsam da  kapatıcam bu kartları. Sonuçta onlarsız da bir dünya mevcut. Hatta daha tutarlı bir  dünya..

VİZESİZ İLK ÜLKE ZİYARETİ
Tüm bu saçmalıklardan sonra uçağa bindik ve 2 saatlik yolculukla Kiev Borispol hava alanına indik. Pasaport kontrol benim için koca bir soru işaretiydi. Bunun nedeni daha önce İspanya ve Hollanda-Fransa ziyaretleri için tonla evrakla başvurup vize almıştım. Ama bu iki ülke arasındaki anlaşmalar gereği vizesiz bir ziyaretti ve nasıl olduğuna dair en ufak fikrim yoktu. Cebimde yeni pasaportum, sırtımda çantam Kiev'e geldik. Pasaport kontrolde ıra bana geldiğinde pasaportumu yetkili memura uzattım ve bana soracağı soruyu beklemeye başladım. Acaba otel rezervasyonu isteyecek miydi ya da seyahat sigortası? Tipimi beğenmezse geri gönderebilir miydi? Ben bunları düşünürken bana  Ukrayna'ya en son ne zaman ziyaret ettiğimi sordu. Bende ilk olduğunu söyledim. Tamam dedi mühürü bastı ve iyi tatiller diledi. Bu kadar basit miydi yani. Gerçekten de bu kadar basit. Pasaportu alın gidin. Sorarlarsa tatil amaçlı diyin ve he rşey tamam. Açıkçası bu olayı sevmedim değil hani. Yani herkes dünya vatandaşı değil mi kardeşim. Nedir bu evrak manyaklığınız, nedir bu güvensizliğiniz? Bakın işte geldim ve zamanım dolunca da geri dönücem. Pasaport kontrol bittikten sonra bagaja gittik tek bagajımı aldım ve kapıya yöneldim. Kapıda bir kaç üniformalı görevli vardı ve çıkarken tutup size  soru soruyorlardı. Ulan dedim zaten bu kadar basit olmasından bişiler anlamalıydım. Neyse çağrılmadan ben gittim birinin yanına. Merhabalaştıktan sonra niye geldiğimi sordu. Turistik amaçlı olduğunu söyledim. Ne kadar harcamayı düşünüyorsun dedi. Bende 100-200 Euro gibi dedim. O zaman güzel eğleneceğimi söyleyerek iyi tatiller diledi. 

HAVAALANINDAN ŞEHRE GİDİŞ
Sonunda dış hatlardan çıkabilmiştim. Çıkar çıkmaz bizi karşılamaya arkadaşımın geldiğini gördüm. Kendisi bizim için baya bir yol tepip havaalanına gelmiştik geldiği mesafenin 100-150 km civarı olduğunu söyleyebilirim. Kendisiyle dışarı çıkıp otobüs beklemeye başladık. Bu arada dışarıda baya bir adam sırayla yanımıza gelip arkadaşımla kendi aralarında bişiler konuştu. Anladığım kadarıyla bunlar taksici ama hani bizim tabirle korsan taksici ve müşteri kapma derdindeler. Arkadaşımız önce otobüsü bekleyelim dedi ama sonra onun bozulduğu ve geç geleceği haberi gelince konuştuğu taksicilerin birinin arabasına binmemizi önerdi.  Tabi duruma karşı çıkan olmadı. Malum hava İstanbul'a oranla daha soğuktu ve üzerimiz çok sıkı değildi. Birde bilenin işine karışmak olmaz dimi. Yaptıkları anlaşmaya göre sanırım 200 gravniya (ort. 20 Euro) kalacağımız yerin önüne kadar geldik ki kaldığımız yer şehrin merkezinde ve havaalanına baya baya uzak. Burada taksilerin ucuz olduğunu ama yabancılara aynı ucuzluğu tanımadıklarını arkadaşım belirtti. Zaten toplu taşıma adamıyım ben işim olmaz diyerek merak etmemesini söyledim. Metrolar her zaman daha çok ilgimi çekiyor her nedense. Belki çoğu ülkede bizimkinden daha gelişmiş bir hattın olması ya da daha ucuz olması buna sebeptir bilmiyorum. 

KİRALIK APART DAİREYE YERLEŞME
Arkadaşım kalmamız için bize apart bir daire kiralamış. Ücretini öğrenemedim çünkü ona geri ödeyeceğimi biliyor ve ne yaptıysam söylemiyor. O nedenle bu bilgiyi veremediğim için üzgünüm. İlk defa apart kiralık bir dairede kalıyorum ve o nedenle de bi ton eksik var. Şöyle ki diyelim sizde bu şekilde bir tatile çıktını ve bir daire kiraladınız. Bu amaçla kullanılan dairelerde mutfak eşyası çok az. Yani düşünün iki kişi kalıyoruz ve bir çatal var. Bunun aksine 10 tane kaşık, bıçak mevcut. Bir tencere ve çok kullanılmış bir tava mevcut. O nedenle siz ufaktan da olsa bi iki eşya getirin ya da bizim gibi gidip plastik malzeme alın. Ama napın edin demlik getirin. Yoksa dandik sallama çaylara mecbur kalırsınız. Birde ziyaretiniz uzun ve kalabalıksanız muhakkak yiyecek bişiler getirin. Yani burda her şey kiril alfabesi ve markalar farklı olunca ne alacağımızı bilemeden deneme-yanılma yöntemi ile öğreniyoruz. Bunun dışında her şey güzel. Yani hostellerde de, otellerde de kaldım. En güzeli bu kiralık apart daire olduğunu söyleyebilirim. Telefon, internet, çamaşır makinesi, mikrodalga, fırın vs. her şey var.  Kullanıp kullanmamak size kalmış.

İLK GEZİ
Kalacağımız yere yerleştikten sonra bize refakat eden arkadaşımızı yolcu etmek aynı zamanda da ilk siftahı yapmak için yola çıktık. Arkadaşımızla metro istasyonuna geldiğimizde aslında buranın sadece metro istasyonu değil aynı zamanda Ukrayna'nın en önemli tarihi bölgelerinden biri olan Zoloti Vorota (Golden Gate) olduğunu öğrendik. Ama daha ilk gün olması aynı zamanda da kalacağımız yerin hemen dibinde olması nedeniyle burayı gezmeyi daha sonraki günlere planladık. Neyse arkadaş metroya bindikten sonra yol ve iz bilmeden elde hiçbir kitap ve bilgi olmadan elimizde fotoğraf makinesi bulunduğumuz bölgeyi gezmeye başladık ki şans eseri kendimizi St. Sophia Katedralinin bulunduğu meydanda bulduk. Meydanda biraz fotoğraf falan çektikten sonra biraz ilerideki St.Michael's Manastırı önünde de aynı gün görmemişliğimizle fotoğraf çekmeye devam ettik. Ama tüm bunları yapıların içine girmeden dışardan hallettik. Daha bir hafta buradayız diye hiç aceleye getirmiyoruz işte anlayın.


St. Sophia Katedralinin bulunduğu meydan

St.Michael's Manastırı önü