Viva St. Pauli!FC St. Pauli'yi tanımayan bir futbolsever için, Avrupa'da sık rastlanan bir "kupa mucizesi"ydi yaşanan. Üçüncü ligde mücadele eden bir semt takımı Alman federasyon kupası yarı finaline kadar yükselmiş ve Almanya'nın en büyüğü Bayern Münih'le eşleşmişti. Almanya'nın en büyük liman kentine bağlı bir banliyö semti Sankt Pauli'yi bilenler için ise çok farklı bir mücadeleyi ifade ediyordu bu maç: "Anarşist, antifaşist sokak çocukları", mahallelerinde "zengin, şımarık ve ukala Bavyeralı züppeler"in karşısına çıkıyordu. Futbolun sınıf mücadelesi! St. Pauli, yarı final yolunda, ilk iki turda ikinci ligden Burghausen ve güçlü Bochum'u eledi. Ardından Bundesliga'nın güçlü temsilcilerinden Hertha Berlin'i, önce 0-2, daha sonra 2-2 ile yakalamasına rağmen 2-3 geriye düştüğü maçın uzatmalarında 4-3 yenerek geçti. Çeyrek finalde ise Bundesliga'da şampiyonluk adaylarından Werder Bremen'le eşleşti. Bu sene Şampiyonlar Ligi'nde grup maçları sonrasında Juventus'a son dakika golüyle elenen ve Avrupa'nın en golcü ekiplerinden Werder Bremen de stadyumdan öncekiler gibi boynu bükük ayrıldı (3-1). İsimleri B harfiyle başlayan takımlardan bir koleksiyon yapan St. Pauli'nin rakibi de böylece Almanya'nın en sevilmeyen ama tüm zamanların en başarılı kulübü Bayern Münih oldu.
Günah semti
Hamburg'un biraz dışında bir banliyö semti olan St. Pauli, yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe sahip. On yedinci yüzyılda zengin Hamburg'a giriş-çıkışları kontrol edebilmek için "Millerntor" adı verilen büyük bir kapının inşa edilmesiyle kurulan semt, Hamburglular için iki yüz yıl öncesine kadar küçümsedikleri, "Hamburger Berg (Hamburg Dağı) idi. Semt, Hz. İsa'nın havarilerinden Tarsuslu Aziz Paulus'un ismini taşıyor. Ancak adıyla tezat bir şekilde bugün, Avrupa'nın Amsterdam'dan sonra eğlence, seks ve gece hayatı merkezi. Elbe nehrinin kıyısında yer alan semtin nüfusu 30 bin civarında. Kurulduğu dönemde veba, cüzam gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananları kentten uzak tutmak ve limana ait küçük ama pis atölyeleri barındırmak için kurulan semt, birçok liman bölgesi gibi kısa sürede farklı bir yönüyle ön plana çıktı. Almanya'nın en büyük limanı olan Hamburg'a gelen denizcilerin canlandırdığı eğlence ve fuhuşun merkezi oldu. Bulaşıcı hastalıklara yakalananları toplumdan uzak tutmak için kurulan semt, artık tüm günahların merkeziydi. Bir zamanlar gemilere halat yapan atölyelerin dizili olduğu Reeperbahn da (halatçı yolu) barları ve genel evleriyle "Almanya'nın en günahkâr bir kilometresi" olarak ün salmıştı. St. Pauli, köklü bir müzik geçmişine de sahip. Hatta ünlü olmadan önce İngiliz Beatles grubu da bu bölgede bir süre yaşamış ve müzik yapmış. Bölgedeki müzik kültürünün bir diğer göstergesi ise Alman punk hareketinin merkezi olması. Zengin Hamburg'dan kopan ve dışlanan bölge, fakirlik ve geri kalmışlığın da etkisiyle, anarşizmin yükseldiği, tüm marjinal grupların serbestçe var olduğu bir yer. Geçtiğimiz on yıllarda Almanya'nın önemli sosyal krizlerinin de burada yaşandığını belirtelim.
FC St. Pauli
St. Pauli, bu marjinal hayat kadar futbol takımıyla da akla geliyor. 15 Mayıs 1910 yılında Hamburg'da kurulan kulüp, kahverengi-beyaz renkleriyle köklü bir geçmişe sahip. 96 yıllık tarihi boyunca inişli-çıkışlı bir grafik sergileyen ve her zaman güçlü Hamburg takımının gölgesinde kalan St. Pauli, Bundesliga'da bir asansör takımı olmaktan öteye gidemedi. Bundesliga'dan en son düştükleri 02-03 sezonu, kulüp tarihlerinin en zor dönemlerinden birinin de başlangıcı oldu. Takımın, Bundesliga'dan düşüşü kulübü büyük bir mali krizin eşiğine getirdi. Kriz nedeniyle 04-05 sezonunda kulüp, 3. Lig'den mahalli lige düşmeme mücadelesi veriyordu. Peki ama 96 yıllık tarihinde futbolun altın sayfalarında yer alacak sportif bir başarısı olmayan bu takımın önemi nereden kaynaklanıyor? Cevap çok basit; St. Pauliler'den, yani taraftarından. Türk spor basınında farklı bir tavrı temsil eden Tanıl Bora da Birikim dergisinin İnternet sitesinde St. Pauli için benzer bir yorumu yapıyor: "1910 doğumlu kulübü kült yapan, müthiş başarıları değil, futbolu sevme ve 'yorumlama' biçimiyle oluşturduğu bu kendine özgü kültürüdür." Takımın durumu ne olursa olsun hiç susmayan, sürekli şarkılar söyleyen, korsan bayrakları sallayan, orak çekiçli pankartlar açan, ırkçılığı, ayrımcılığı her zaman lanetleyen, ellerinde bira bardakları, kol kola girmiş taraftarları St. Pauli'yi Almanya'da her takımdan farklı kılıyor. Deniz Barış'ın golüyle Bundesliga'ya yükselen St. Pauli'nin 01-02 sezonu öncesi satışa çıkardığı 10 bin kombine biletin, sadece 27 dakika gibi kısa bir zamanda tükenmesi pek çok kulübün gıptayla baktığı bir rekor olarak kayda geçebilir. Bu kadar hareketli bir bölgenin taraftarı da kolayca tahmin edilebileceği gibi son derece renkli ve "farklı" bir portre çiziyor. St. Pauli'nin farklı insanlarının takımlarına sahip çıkmalarının sebebi olarak, 80'lerin sonunda yaşanan bir olay gösterilir: "İşgal edilmiş boş evlerden birinde yaşayan St. Pauli kalecisi Volker Ippig, insanlara yardım etmek ve gerillalara destek vermek amacıyla takımını bırakır ve Nikaragua'ya gider. Bir yıl sonra da kulübe döner ve tekrar kaleye geçer." Ondan sonra bölgeye hâkim sol ve anarşist hava, takımın 19 bin kapasiteli stadyumu Millerntor'u da etkisi altına alır. Tribünlerdeki havayı anlatmak için Werder Bremen'de forma giyen Hırvat milli futbolcu Ivan Klasnic'in, Alman spor dergisi Kicker'e çeyrek final maçı öncesi verdiği demece bakmak gerekiyor: "St. Pauli özel bir kulüp. Taraftarlara bakın, yeter. İşsizden banka müdürüne kadar, herkes yan yana. Millerntor'da ilişkiler, aile gibidir. 2001'de Bremen'e geldiğimde, St. Pauli'yi gözlerimde yaşlarla terk etmiştim. Bir gün geri döner miyim, bilmiyorum. St. Pauli'nin bir sonraki sene hangi ligde olacağını hiçbir zaman bilemezsiniz ki! Fakat kararım karar; yeter ki bir derece yapılabilirliği olsun, bu kulüp için tekrar oynayacağım. Çünkü St. Pauli mitosu beni de bırakmıyor bir türlü." St. Pauli'nin "Sağa Karşı Olun" sloganıyla başlattığı ırkçılık karşıtı kampanya, sosyal sorumluluk bilinci açısından son derece güzel bir örnek. 1992 Aralık ayında başlatılan antifaşist kampanyaya bütün Bundesliga takımları da destek vermişti. Kampanya çerçevesinde Bundesliga'daki bütün futbolcular, "Benim dostum bir yabancı" yazılı tişörtler giyerek sahaya çıkmışlardı. St. Pauli bünyesinde başta Türkler olmak üzere çok sayıda farklı etnik kökenden oyuncu var. Kulübün altyapısındaki Türk kökenli futbolcuların sayısı 80'in üzerinde. Bugün Fenerbahçe forması giyen Deniz Barış ve Vestell Manisasporlu Uğur İnceman'ın da St. Pauli kökenli olduklarını hatırlatmak gerek. Solingen Faciası'ndan sonra St. Pauli takımının sahaya çıkarken açtığı dev Türkçe pankart da takımın duruşunu yansıtıyor: "Faşistleri .... edin, biz hepimiz kardeşiz!" Takımın sık sık Küba'ya gittiğini ve orada yardım kampanyaları düzenlediğini belirtmek de sosyal bilinci vurgulamak açısından önemli. St. Pauli için içelim! 2003 yılı başında krizin kulübün her noktasında hissedildiği dönemde, Corny Littmann, 25 yıl tribünlerden desteklediği kulübe başkan seçildi. Tiyatro yöneticisi Littmann, belki de dünyanın eşcinsel olduğunu saklamayan tek kulüp başkanı. Göreve geldikten hemen sonra kulübü içinden düştüğü bataktan kurtarmak için kolları sıvadı ve bu çabasında da yaratıcı taraftarlarına güvendi. Takım, 3. lig'de kümede kalma mücadelesi verirken, St. Pauli taraftarları da kulübün içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için Almanya çapında "St. Pauli'yi kurtaralım" yardım kampanyasını başlattılar. Bu kampanya kapsamında üzerinde "Retter", yani kurtarıcı yazan tişörtler peynir ekmek gibi satıldı. 140 binden fazla tişört satılırken, 900 bin avro'nun üzerine gelir elde edildi. Kulübe ait Hamburg'daki Gençlik Merkezi'nin satışında da 720 bin avro gelir sağlandı. Bu arada yardımseverler de boş durmadı ve kulüp için 200 bin avronun üzerinde nakit bağış yapıldı. Bu furyada bölgeye has girişimler de oldu: "St. Pauli için içelim" bağış kampanyası, hem iyi bir gelir kaynağı oldu, hem de taraftarları daha da neşelendi! St. Pauli şu anda ölüm-kalım savaşını başarıyla atlatmış durumda. Alman 3. liginde kuzey grubunda mücadele ediyor. Zirve yarışından kopsa da, hâlâ neşeli kalabalıklar önünde topunu oynuyor. Yazının giriş paragrafında bahsedilen Alman federasyon kupası yarı final maçını merak edenler için: Tabela 3-0 Bavyeralılar'ı galip gösteriyor. Ama 90 dakika bağıran tribünler önünde kahverengi-beyazlılar çılgınlar gibi mücadele ettiler, sayısız gol kaçırdılar ve bir futbol dersi verdiler. Topla oynama oranı bir ara yüzde 42'ye düşen Münihliler'in teknik direktörü Felix Magath, maçtan sonra kibarca, "Rakibin baskısına saygı duyarak sahamıza çekildik" dedi.