Dün akşam İnönü'ye giderken kafamızda bir ton soru işaeti mevcuttu. İbrahim Üzülmez-Sivok cezalı, Tello sakat, takım ve teknik direktör formsuz, yönetim istikrarsızdı. Gerçi sakat ve cealar dışında diğer bütün durumlar bir kaç yıldır istikrarlı performanslarıyla! kendini kabul ettirmiş, bi nevi taraftar için sıradanlaşmıştı. Ama ne olursa olsun taraftar yine stadı tam olmasa bile doldurmaya başarmıştı.
Benim açımdan ise İbrahim Üzülmesin cezalı olması bir şanstı. Etrafımda ki futbol ile ilgili kişilere İbrahim Üzülmez'le ilgili sorduğum tek bir soru var. O da bizim bu oyuncu da göremediğimiz ama BEŞİKTAŞ'a gelen her hocanın bizim göremediğimiz o meziyet, hırs, gayret, yetenek artık herneyse işte onu görüpte ilk onbirde kendisine şans vermesi. Bu adam bu takımda oynamaya devam ettikçe başarının yakın olmadığını hissediyorum. İbrahim Üzülmez'in kanadını Serdar Özkan gibi geçen senenin ikinci yarısından itibaren takıma bir faydasını bırakın kendine hayrı olmayan bir adamla kapatmaksa ayrı bi sıkıntı oldu benim için. Maç öncesi Delgado'nun soyunma odasında ağladığı haberinin kapalı içinde kulaktan kulağa aktarılması ve benimde bunu duymamla birlikte bu duygusal çocuğun bu maçta yine faydadan çok takımı eksik bırakacağını hissine kapıldım ki maç sonunda hislerimin ne kadar güçlü olduğunu kendime bir kez daha kanıtlamış oldum. Delgado geldiğinden beri çok büyük işler yapmış olmasa da ona olan inancım hep vardı. Genç olması, topun ayağına yakışıyor olması benim O'nunla ilgili umut taşımama yetiyordu. Daha gençti ve tecrübe kazandıkça çok daha iyi olacaktı. Ama açıkçası Türkiye gibi her konuda istikrarsız bir ülkede bir takımda 2-3 yıl geçirdikten sonrada hala performans artışı gösteremiyorsan artık orda bir sorun olduğu aşikardır. Bu yükü Delgado'nun üzerine yıkmak ise haksızlıktır. Yönetim bu kadar kötü iken, taraftar ne yapacağını bilmez iken, takım genel anlamda umut vaadetmiyorken Delgado'yu oyundan çıkarken ıslıklamak çok doğru gelmiyor bana.
Delgado'nun nerde oynatılması gerektiği, nasıl oynaması, nasıl güçlü olacağı benim işim değil. Benim işim herşeyi sonuna kadar toz pembe görüpte oturduğum yerden avazım çıktığı kadar bağırmakta değil. Benim tek görevim üzerlerinde taşıdıkları formanın hakkını vermelerini beklemek, elimden geldiğince de en doğru şekilde destek vermek. Fakat takımda durumlar bu kadar karmaşık iken benimde kafamın karıştığı bir gerçek. Ondan bir Pascal veya İlhan Mansız olmasını istemiyorum. Ondan sadece elinden geleni yapmasını istiyorum ve bunda da sonuna kadar hakkımın olduğunu düşünüyorum.
Maçla ilgili bir kişi hakkında da yorum yapma ihtiyacı duyuyorum. Bu şahıs ne oynadığı oyunla ne de davranışlarıyla bana samim gelmiyor. Ne yerini biliyor, ne özveri gösteriyor. ilk oynamaya başladığı zamanlarda Messi ile karşılaştırılan -ki ne kadar gereksiz ve anlamsız bir karşılaştırma olduğu gün gibi ortada- bizim için kutsal sayılan Pascal'ın forma numarası taşıma onuruna erişmiş Serda Özkan. Ben bu çocuğun en yakın zamanda bir Anadol kulübüne kiralık gönderilerek aklının başına getirilmesini düşünüyorum. ibrahim Akın, Burak Yılmaz vakaalarından sonra bir üçüncü kişiye aynı sabrı gösterilebileceğini hiç sanmıyorum ki bana göre sabrımızın pek olmadığı aşikar. Ne yaptığını bilmez bi halde, toptan, rakipten kaçan, tekme ve ikili mücadeleden korkan bir adam futbol gibi takım oyunları yerine gitsin bireysel sporlara yönelsin.
Haftaya Galatasaray maçına gelince açıkçası benim çok büyük bir umudum yok. Takım bu şekilde oynarken, oynatılırken başarı beklemek pollyannacılıktan başka değildir benim için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder