30 Ağustos 2009 Pazar

İspanya Gezi Notları # Part 2

Valencia'da İlk Gün------> 18 Ağustos 2009
Valencia' da ilk gün. Barcelona'nın şoku hala üzerimizde. Ama kaldığımız hostelin odasına girer girmez hepimiz çölde vaha bulmuş bedeviler gibi sevindik.Yataklar pırıl pırıl, tuvalet banyo odanın içinde misler gibi de kokuyorlar. Hemen birer duş alıp biraz uyuklamaya başladık. Biraz dedimse bi kaç saat sürdü bu uyuklama. Malum önceki geceden baya yorgunuz. Özellikle de
ben. Odaya girene kadar uyumadım ya ondan. Neyse 6 kişilik oda ve sadece biz üçümüz. Valencia macerası kötü başladı ama iyi olacağının sinyalleri de hafiften gösteriyo kendini. Uykudan sonra ne yapacağımız konusunda ufak bir muhabbet yaptık. Haliyle bizim sanatsever arkadaş yine sattı bizi. Sattı diyorum çünki bu gibi yolculuklarda topluca hareket edilmesi en güzeli. Ama biz yavaştan arkadaşın rolüne alışmaya başladık. Malum sanat için atıyo kalbi ya illa gidip görücek o binaları. Ulan tamam önemlidir bulunduğun yerin sanatsal eserlerini bilmek görmekte bu kadarı da fazla. Ama elden bişi gelmiyo.Ortam zaten gergin hafiften daha da germeye gerek yok. En iyisi 2-1 takılmak. Ben ile heryerde uyuyan arkadaş müthiş ikiliyi oluşturuyoruz. Çıkıyoruz yola.
Valencia'da Alameda metro durağına kadar yürüyerek gidiyoruz. Ordan da metroyla sahilin olduğu son durağa varıyoruz. Durağın adı şimdi aklımda değil. Ayrıca yazıya Türkiye'ye döndüğümüzün bi hafta sonrasında devam edince unutkanlıkta başlıyor haliyle. İdare ediceniz artık. Neyse geldik son durağa.
Bu arada Valencia'da F1 ile ilgili bir organizasyon var. Her yerde bunla ilgili hazırlıklar başlamış. F1 seven bir tip olmadığımdan pek ilgimi çekmiyor açıkçası. Spor olarak göremiyorum şu araba sürmeyi. Hani Nascar deseniz bi nebze katlanabilirimde F1 de nedir allahaşkına. Aksiyon yok heyecan yok. Araçlar aynı yolda bilmem kaç tur atıp duruyor. Oturup izliyo millette. Ama seveni var bize söz düşmez.
Sahile inince arkadaşla şöyle bi kendimize geldik. Gerçi arkadaş denize gireriz diye heveslenip ona göre giyinip gelmişte benim durumdan haberim yok. Ayağımda spor ayakkabı felan giremem diye tutturdum. Arkadaşın hevesi kırıldı tabi. Durumu kurtarmaya çalıştık ama olmadı. Bi ertesi güne sözleştik bizde. Baktık sahilde takılmanın bi anlamı yok ne yapalım diye düşünürken bizim uykucu arkadaş bilim, sanat müzelerine gidelim dedi. Müze dedi isem yanlış anlaşılma olmasın. Kesinlikle tarihi bi ıvırzıvır değil. İnanılmaz modern ve etkileyici yapılar.
Arkadaşın hevesi kırılmışken gidelim dedik ki en iyisin yaptık açıkçası. Gerçi bende Valencia FC nin stadın Messtella stadını görme hevesi vardı ama o gün olmadı onu da ertesi günün programına ekledik. İndiğimiz durağa gittik baktık otobüsle daha kolay biraz yürüyelimde otobüsle gidelim dedik. Dedik demesine de onu da yapmadık. Daha sahilden müzelere kadar yürüdük. Ortalama bi bi iki saatimiz yolda gitti. Bu arada sahilde indiğimiz duraktan bir
er metro bileti aldık. Metro biletini aldık ama normalde o durakta turnike yok. Nasıl kullanılır diye meraktayız ama işi sağlama alalım derdindeyiz. İlerleyen saatlerde gördük ki biletler elimizde patlamış.Onu da anlatıcam ama önce müzeler.

Müzeler tamami ile modern yapılar. Etrafında havuzlar var. Bi de botanik bir yol. Her türlü ağaç ve bitki mevcut.

Bi nevi oksijen bölgesi. İnsanın içi ferahlıyor valla. Müzelere geldik tonla resim çektik.

Oturduk diğer ziyaretçiler gibi ayaklarımızı havuza soktuk. Rahatladık valla. Sonra bi tanesinin içine girdik. Harika ya. Nasıl anlatılır bilmiyorum açıkçası. Gidince görmekte fayda var. Ama erken gitmekte önemli. Mesela biz o kadar yürümeden dolayı biraz geç gittik. Haliyle de müzenin içine girsekte ana sergi alanına girmeye vakit bulamadık. Müzelerin fiyatları 15 € dan başlıyor. Ama kombine olarak alma şansınız da var. Daha ucuza getirebilirsiniz. Ama bi günde hepsini gezebilirmisiniz orasını bilemicem. Deneyin bi şansınızı. Zaman ilerledikçe müzeye girip girmeme konusunda girmemenin daha hayırlı olacağını düşündük. Malum daha geri dönüş var.
Çıkışta botanik yolda biraz soluklandık, yavaştan da gerisin geriye yürümeye başladık. Dönüşte hala cebimizde metro biletleri varya ona güvendik. İlk metro istasyonuna gelince ne görelim. Bizim biletleri turnike kabul etmiyor. Gittik gişede ki ablaya sordur. Bişiler dedi ama yine İspanyolca. Hala taviz yok anlicanız. Ulan biz o geveledikçe fikir yürüttük sonunda saati geçti sandık. Ulan metro biletinin saatimi olurmuş derken yine iki bilet parası bayıldık. Meğersem olay farklıymış. Sahildeki son durakta turnike olmadığından biletleri alıp metroya binip iniceğiniz durakta çıkışta turnikeden geçiriyomuşsunuz. Tabi bizim bundan haberimiz yok. Yanımdaki elemanda sinirle atmış bileti cebinden. İniceğimiz durağa geldik. İki kat çıkıp çıkışa geldik karşımızda turnike. Heralde yanlış merdivenden gelip yine durağa indik. Başka merdivenlerden yine iki kat çıktık. Yine aynı yere çıktık. Başladık haliyle avrupaya onun toprağına da insanınada sövmeye. Zaten Barcelona da dolmuşuz patlicak yer arıyoruz. Ne yapıcaz diye etrafa bakarken bel çantamdan bileti buldum. Şans bi de karamsar adamım ya ne olur ne olmaz diye tutuyorum herşeyi. Neyse soktuk bileti makineye turnike kapısı açıldı ikimiz aynı anda geçtik. Ordaki turnikeler burdakilere benzemiyo. Camdan kapısı var. Hani üstünden atlayalım desek kesin bi yerimize cam girer. Çıktık ya metrodan yine de sövmeye devam ediyoruz. Yürüyerek hostele geldik. Arkadaşın ısararıyla bi durak felan önce inmiştik. Mecburen hostele baya bi yürümek zorunda kaldık. Bu arada bizim sanatsever arkadaşla buluştuk. Gittik alışveriş yapıp hazırından pizza felan aldık. Hostellerde mikrodalga fırın olduğundan rahatlıkla hazır şeyleri ısıtıp tüketebiliyorsunuz. Bu da baya bi hesaplı oluyo. Zaten elin memleketinde bizim için yenecek yemekte yok. Onlarda akdenizli ama yemekleri berbat. Hostele döndük işte. Yemeği yedik biraz dinlendik herzamanki gibi. Akşam oldu çıktık meydana. Herkes toplanmış meydanda.Meydanın
etrafında ki lokantalar her tarafa masa sandalye atmış. Yemekten sonra hemen yanımızda olan meydanın merdivenlerine çömeldik. Şimdi bu kadar bira seven adam nasıl olurda bira almadan oraya çömelir diye sorarsanız açıklaması basit. Meydan yavaş yavaş zaten turistlerle doluyor. Herkes merdivenlere oturmuş muhabbet ediyor. Meydanın ortasında da çok enterasan malzemelerle gençler eğleniyor. Enterasan malzemeden kastım mesela patenleri düşünün. Bu tekerlekli patenler nasıldır. Ayakkabı gibidir, giyersin sonra başlarsın kaymaya. Burda ise bi genç iki küçük teker üzerinde olan bi tahta parçasının üzerine koymuş ayağına kaymaya çalışıyor. Burda garip olan iki ayakta birbirinden bağımsız. Yani bi kaykay gibi değil. Her ayağın altında çift tekerli minik bi şey var. Böyle olunca da dengede durması zor oluyor. Ama çocuk hırslı. Az biraz da göbeği mevcut. Ama olsun. Sevimli çocuktu. Etrafta denemek isteyen herkese hem oyuncaklarını verdi hemde yardım etti. Sevdiğim çocuğuanlicanız. İçki kısmına gelince o kısım çok bomba. Şimdi meydan koca bir daire ya. İlk baştan sırayla elinde poşet veya sırtında çantayla adamlar geziyor. Bişiler söylüyor ama anlamıyosunda niyet belli bişi satmaya çalışıyor. Tahmin edeceğiniz gibi bira. Barselona dakine benzer bi şekilde ama çantada taşıyo bunlar biraları. Hepsi değişik markayla çalışıyo. Bu yüzden içeceğiniz birayı bilmenizde yarar var. Yoksa o iğrenç SanMiguel birası alırsınız, aldığınız gibi de çöpe atar gidersiniz. Biz yaptık ordan biliyorum. Bi de adamlardan ucuz diye almayın. Bunlar biraları nasıl soğutuyolarsa resmen buz içiyosunuz. Bi de kokuyo bira. Ya saklandıkları yerden ya da taşındıkları çantanın kokusunu alıyorlar ama iğrenç oluyo. Meydanda ki kitle süper ama. Hepsi genç hepsi rahat. Eline bi gitar alan zaten bütün ilgiyi topluyor. Hani zamanında nasıl ingilizce öğrenmedik diye kafamıza vuruyoruz ya buna bi de ah bi akdeniz akşamlarını çalabilseydim ne güzel olurdu pişmanlığı eklendi. Birimiz becerebilsek kesin geziyi artık 3 kişi değil en az 4 olmak kaydıyla 6 kişi olarak devam ettirebilmemiz içten değildi. Ama tecrübe işte öğreniyorsun.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

İspanya Gezi Notları # Part 1

Bugün İspanya'ya gelişimizin 4 üncü günü. Gönül gün be gün, an be an yaşadıklarımızı buraya yazmak isterdi. Ama hem acemilikten, iz bilmezlik yol bilmezlikten hemde şartlardan dolayı buna pek şansım olmadı. Şuan Valencia yolunda İspanya Demiryolu hattında trende yolculuk ederken yazıyorum. Ama buraya gelmeden önce olan biteni anlatmakta fayda var.

Yola Çıkış-----> 14 Ağustos 2009 Cuma
Cuma günü sabahın kör vaktinde arkadaşlarla buluşup Atat
ürk Havaalanına gitmeye karar verdik. Uçak saat 8:30 havalanacağından bizim en geç 6:30 orda olmamızın faydalı olacağı söylendi eş dost tarafından. Malum benim ilk uçak yolculuğum olucağından bu konuda son derece cahildim ki bana değil 6 sabahın 1 inde orda olman gerekiyo deselerdi kesin o saatte orda olurdum. Neyse Cuma günü olduğundan bide erken saatte kalktığından uçak kimseden araba ile bizi bırakmasını isteyemedik.
Aldık sırtımızıa çantaları saat 3:30 da Söğütlüçeşme metrobüs durağında buluştuk. Metrobüsle Yenibosna durağına ordan da taksiyle havaalanına gittik ki açıkçası en doğru kararı verdiğimizi düşünüyorum. Adam başı toplasanız 5 liraya Kadıköy'den havaalanına gelmek üstüne bide bunu herşeyin çift tarifeli olduğu saat aralığında yapmak tercihin haklılığını ortaya koyuyor.
Havaalanına vardığımız da direkt Yurtdışı çıkış pulu harcı olan 15 TL'lik gereksiz, anlamsız, manasız tam bize uyugn ödemeyi yaptık. Ordan kahvaltı edememenin verdiği açlıkla ortada gezinirken bagajlarımızı havayolu şirketine teslim edip duty free kısmına adım atmaya niyetlendik. Niyetlendik niyetlenmesine de burda da bizim eşi benzeri! bulunmaz emniyetimiz pasaportumuzu evirdi çevirdi parmaklarıyla bi güzel ovaladı ondan sonra geçiş izni verdi. Hani ulan herşeye anlarımda vizeye parmak sürümek neden. Pasaport sahte diyelim nüfus cüzdanı da aynı makineden çıkma mesela da vize de geçerli olup olmamasından
sanane. Zaten geçersizse emin ol elin gavuru beni oralarda bırakmaz direkt geriden geriye postalar diye düşünürken Duty Free kısmına geçtik. Ben herşeyin ucuz olamsını beklerken ki bunu hep yolculuk eden insanların ağzından ballandıra ballandıra anlattıklarından dolayı bolca duyuyorum, sonucunda da bi hevesle bi kaç karton sigara alırım, bi iki absolut patlatırım felan derken baktım herşey aynı fiyatta nerdeyse.Bu hayalkırıklığı ile yemek yemenin peşine koşmaya başladık. Maşallah içerde herşey normalinden pahalı. İşyerinde ki
Veli abimin uyarısıyla direkt polis kontrolünü geçtikten sonra sağda mcdonald'sların üzerinde yeralan HSBC Premiere bölümüne gidip siyah mı siyah HSBC Advantage Black kartımı gösterdim ve bi arkadaşımla beraber güzel güzel tamaman bedelsiz kahvaltımı yapıp gazetemi okudum.Sonra yolculuk saatini beklemek kaldı. Uçağa bindik ve uçak havalandı. Bunu herkes tahmin ediyor biliyorum ama niye tekrarladığıma gelince. Bende yükseklik korkusu mevcut. Adımı kesinlikle taşıyan bi adam değilim. Adımı güzel koymuşlarda boş olmuş gerisi... Neyse uçtuk felan derken cam kenarında bendeniz oturdum dışarıyı izliyorum. Bi bakıyorum bulut bi bakıyorum dağlar, deniz, göller. Müthiş bişi anlicanız. Hele hele öndeki ekrandan da o an nerde oldugunu tam olarak gösteren o güzelim ekranla 3,5 saatlik yolculuğu bitirdik. Tabi başka bi coğrafyaya adım atmanın verdiği heyecanla ve kendi ülkemde havaalanında yaşadığım saçmalıkların burda da tekrarlanabileceği endişesiyle önden
inenleri takibe başladım. Önümdeki kitle ne yapıyorsa bende aynısını yaptım. Hani adamın biri dursa pantolonunu indirse bende aynısını yapıcam. O şekildeyim düşünün. Havaalanı oldukça sakin bir yer, özellikle vize kontrolünde adamın pasaportumu alıp sadece bi kaşe vurması, ne kaşıma ne gözüme bakmaması daha da bi hayret vericiydi.Yine neyse diyerekten bu kadar heyecana dayanamayan yüreğim, ay pardon sindirim sistemim ilk meyvesini İspanya Hava Yolları Dış Hatlar Terminalinde verdi. Verdi vermesine de hayretlik bir durum daha doğrusu tu-kakalık bir durumlada karşı karşıya kalmama vesile oldu. Elin ecnebi memleketinde herşey iyi güzel de tuvalette taharet musluğu olmaması inanılmaz moral bozucu. Hani o an insan neyle karşı karşıya kaldığını ve elinden hiç bişey gelmeyeceğini biliyor ya iyicene bi morali bozuluyor. Moral bozmak yok. Daha ispanya havasıyla teneffüs etmemişken hele.

İspanya Havaalanından Çıkış------>
Havaalanından çıkmadan önce bagajları almamız gerekiyor mecburen ya acaba bagajlar hani çarktta dönüo diye aranırken güzel yurdumun iki genç kızınında bizim gibi arandıklarını farketim. Neyse ki erkekliğin ve de mantıklı düşünebilmenin verdiği güçle onlardan önce bulduk bagajları. Dönüpte bagajları bulduğumuz bandı söyleyip
onların gözünde kazanacağım artı puanları karizmaya çevirmek istedim ama bi de ne görim kızlar bandın karşı taraftına gelmiş bile. Neyse 3 arkadaş sırtta çantalar havaalanından çıkıp şehir merkezine gitmek için araç ararken hemen karşımızda bi otobüs gördük.Otobüsün kendileri A1 oluyo. Nerde inerim ne yaparım demeyin otobüs direkt sizi alıyo şehir merkezinden bırakıyo. Neyse biz Otobüse binip how much sorusunu tellafuz ederken karşımızda çılgın mı çılgın, yakışıklı mı yakışıklı, karizma mı karizma otobüs şöförüyle gördük. Aha dedim dakka bir gol bir! Bunların otobüs şöförü böyleyse diğerlerini düşünemiyorum. Bu arada şunu da belirtmeklte fayda var. Otobüs şöförüne gelene kadar toplasanız bi 5 -6 tane ispanyol gördük ki onlarda çok seksi olmasalarda normal insandan az biraz daha iyi durumdaydılar. Beni olayım orda bitmişken aslında hiçbişeyin başlamamış olduğundan haberim yok tabi. Ben sırtta 10 kiloluk çanta acaba nasıl Camp Nou'ya gider bi güzel orayı tavaf ederim diye düşünüyorum. Ha bide gelmeden önce rezervasyonunu yaptığımız Sant Jordi Les
Corts hostelini nasıl buluruz derdindeyim ki bu dert İspanya daki ilk günümüzü aldı götürdü desem yalan söylemiş olmam inanın.
Biz üç kafadar şehir merkezinde indik, akıllıyız, mantıklıyız, teknoloji donanmışız ya taksiye binmeden yürüyerek buluruz diyoruz hosteli. Ulan biriniz çıkıp olm sizin etiniz ne budunuz ne daha adamların bi bardak suyunu içmemişsiniz nasıl yol bulucam diye sırtta 10 ar kiloluk çantalarla o sıcakta hosteli aramaya başladınız dese şimdi abi erkekliğe bok sürdürmekte olmaz ya başlarız tonla bahane bulmaya.
Sırtta çantalar elde navigasyon cihazı başladık hosteli aramaya. Hostel Les Corts bölgesinde ama biz adı Les Corts diye fikir yürütüyoruz. Haliyle de yanıldığımızdan her sokağı her caddeyi tek tek adımlıyoruz. Zaten hepimiz günün erken saati kalkmanın vermiş olduğu yorgunlukla ayakta kalmaya çalışıyoruz. Hava da acaip sıcak. Bu arada sigaramız bitmiş farkına varıyoruz. Bu kadar yorgunluğa en güzel gelecek şey kendisidir. Hesap edince de yolculuklar derken ortalama bi 6 saattir bi fırt bile çekmemişliğin verdiği özlemle sigara aranmaya başlıyoruz. Zaten biz şu ispanya macerasına başladık başlayalı hep bi aranma halindeyiz nedense. Hani bişide gelse ben burdayım boş yere aramayın dese. Nerdeee biz de bu baht olduğu sürece bu böyle devam eder. Devam edeyim.. Bu memlekkette arkadaş her dükkanda içki
var. Süper bişi. Lokanta , restaurantı geçtim nerdeyse simitçi olsa o bile içki satıcak. Bizim Taksim'de otobüslerin kalktığı yerde su satan çocular varya burda da içki satan adamlar var düşünün. Ama bi sigara satış zihniyeti var akıllara zarar. Gerizekalı bi otomat sistemiyle satıyolar sigarayı ya da Tabacs denilen tütüncülerde satılıyor. Heryer de fiaytı değişioda meretin ya onu da anlamadım. Neyse biz hostel ararken toplamda bi 100 km yürümüşüzdür heralde -abartmıyorum inanın- anca bi tane tütüncü gördük. Onda da winston 3.15 € -bu fiyat bazı yerde 3 oluo bazı yerde 3.20 haberiniz ola- yanına da bi hevesle FCB çakmağı aldık. Ama kimse abi şundan 2 paket alalım ne olur ne olmaz demedi daha doğrusu akıl etmedi ya sigara sorun olarak başladı sorun olmayada devam ediyor burda. Ama inadına seviyorum be kardeşim. O beni bıraksa ben bırakmicam onu. Neyse bulduk içtik güzel felan. Ama hala hosteli bulamadık. hostelin adresi şu şekilde.......... Şimdi ordaki G..
sokağındayız ama ulan herşey var bi o yok. Güneş zaten tavan yapmış durumda, gelen geçene soruyoruz adresi herkes başka yönü gösteriyo. Bide nerdeyse her dükkanın sonunda Les Corts yazıo ama biz hala onun mekan ismi olduğunu anlayamıyoruz. Bi kere anamız ağlamak üzere, ağlamasına daha var, tam ağlamaya başlicak saat olmu 4 biz hala hostel arıyoruz sırttaki çantalarla düşünün. En son dayanamadık baktık olmuo iphoneden çıkardım hattı taktım netbooka açtım hosteli tuttuğumuz siteyi ordan resimlere baktık bir de ne görelim. Biz hostelin önünden gçmişiz üstüne bi sokak ilerisindeyiz sadece. Ama ulan önünden geçtik nasıl görmedik diye kızmadık kendimize. Hayatımda bu kadar küçük tabela görmedim ben. Bide kapıya takılı. Hani onu bulabilmen için cidden ecnebi olman lazım. Bizim o tabelarla karşılaştırmayı bıraktım ben bile elle kapıya yazsam daha net görünür. Buna da neyse diyip geçelim istedik ama hostele girdik ödemeyi Vienetta ablamıza yaptık ki - abla aslen
brezilyalı ama taş gibi hatundu ne yalan söyliyim- Turkcell o. çocuğundan mesaj geldi. Yani kusura bakmayın bu blogta hiç böyle alelade küfretmedim ama bunlar harbi tabir ettiğim gibi.Nedenine gelince; İspanya'ya gelince telefon direkt Orange diye bir servis sağlayıcıya geçti. Ben ki yola çıkmadan önce Turkcell şerefsizini arayıp yurtdışında ne yapabiliriz yapamayız onu öğrendim, kampanya varsa faydalanmak istedim ama hiçbişi yoktu. Hani büyük firma ya.... Neyse biz sırf iki tane web sayfası açtık diye gelen mesaj şu oldu: "Sayın kullanıcımız yurtdışı internet download miktarınız 20 MB'ta ulaşmıştır. MB ücret 9,99 TL'dir" Ulan şimdi başlicam yine küfüre ya beni tanıyanlar ne içten küfür ettiğimi bilirler... Çarpın bi. Daha oturup terimizi silmeden 200 Tl fatura çıktı karşımıza. O günden beride açmıyorum telefonu. Sırf şemsiye daha fazla açılmasın diye. Size tavsiyem eğer ki yeni hat alacaksanız ve birgün yurtdışında çıkmayı planlıyorsanız adam gibi hat bilgilerini araştırmanız.
Burda her yerde Vodafone var. Heralde Türkiye'den de alınca burda kullanım kolaylığı vardır. Yok ise de boşverin telefonu bırakın evinizde..
Geldik hostele yorgunuz ama ortalık cıbıl kaynıyo diye sevinmedikde değil hani. Burda cıbıldan kastım güzel avrupalı genç kız toplulukları. Erkeklerde var tabi ama onlar sadece varlar o kadar yani. Hele bizim gibi Anadolu erkekleri yanında varlıkları bile anlamsız ya tek sorun bizim kıçımızdan terler akması. Yorgunuz anlatabiliyorumuyum. Ölümüne yorgunuz... Vienetta odamızı gösterdi. Kesinlikle hostelworld sitesinde gözüken şekilde değil yatma yerleri. Diğer mekanlar tamamda odalar fena. Kıçkıça herkes. Ama durumu cıbıllar kurtarıodu ne yalan söyliyim. Kurtarıodu kurtarmasına da biz girdik ertesi gün o cıbılların hepsi gitti biizim oda da big pig ile little pig kaldı. Hani arkadaşlardan biri büyük olanı çıplakta gördü ama hani görmese daha iyi olur dedirten cinsinden hatun. 30 € bayılmışım günlüğüne ya bide acaip bi kötü gelmeye başladı ortam. Malum cıbıl niyetine yine biz kaldık. Bizden de ne cıbıl olur ya
...

İspanya'ya gelişimizin 5 inci günü...
(Yazıya Valencia Center Youth Hostel'de devam ediyorum)

Barcelona Şehrine ilk İniş---->
Şehre sırtımızda çantalar olmadan ilk defa inmenin verdiği memnuniyetle İspanya'da hemen hemen her sokakta, mahalle de yer alan dükkanların birinini önünde oturduk. Üçümüzün de aklında sadece bira içmek vardı. Siparişi verdik. Estrella adında bi bira geldi masamıza. Ya yorgunluktan olucak ya da başka bir nedeni vardı bilemiyorum ama müthiş bi biraydı. Uzun zamandır içtiğim en güzel biraydı. Orda hepimiz aynı fikirde olmamıza rağmen yine de bizim Efes'i de unutmadık. Şu dakikaya kadar İspanya da içtiğim en güzel bira odur açıkçası. Burda Steinberg, Amestad, Guinnes biralarını da denedim ama sanırım İspanya'nın Efes'i Estrella Damm..
Hava kararmaya başladıkça günün yorgunluğu, sıcak hava, vs. derken bizde de arızalar çıkmaya başladı. Bi arkadaşım belindeki rahatsızlıktan bendenizde söylemesi ayıp pişik olduğumdan bir an önce hostele dönmek istedik. Dönmek istedik istemesine de bi yandan da bana bebe pudrası almak durumu ortaya çıktı. İspanya'da eczanelerin adı Farmacia. Bildiğimiz bizim eczanelerin aynısı. Arkada iğne yapılan oda önde de ilaçlar ve tartı benzeri cihazlar. Neyse şimdi mesele eczane bulmak değilde bebe pudrasını anlatmak. Ee bide pişik olan benim mecburi ben alıcam. Neyse ne dedim açtım iphone çeviri yaptım karşıma powder kelimesi çıktı pudra yazınca. İspanyolcasını da buldum ne olur ne olmaz diye ama eczaneye girip adama söylediğimde hatta ve hatta makineden okuttuğumda bile adam bana anlamıyorum diye cevap verdi. Ulan dedim sıçtık. Şimdi kıpkırmızı götle buralarda 10 gün bitmez. Bi canrıhah şekilde önce white dedim sonra da peşine baby i koydum. Elimle de sözlerimi destekler bi hareket cektim. Adam okey dedi bizim pudrayı nam-ı diğer Dalco'yu verdi. Siz siz olun ecnebi memleketlere gelirken yanınıza iğne iplik takımı, yarabandı , bebe pudrası gibi ilk yardım malzemelerini getirin.

Barcelona Şehrinde İlk Tam Gün-------> 15 Ağustos 2009 Cumartesi
Bugün arkadaşlarla direkt Las Ramblas caddesine indik. Burda caddeler, sokaklar o kadar büyük ve geniş oldugundan hani bu şehrin en büyük caddesi diyemiyorum. En ünlüsü ama en büyüğümü bilmem. Ha bide en işlek ve en kazık olan caddesi. Caddenin arka sokaklarına indikçe almak istediğiniz şeyin ucuzladığını görüceksiniz. Cadde de sadece Carrefour alış veriş durumunu kurtarıo. Yoksa hani öpücü bütün esnaflar. Ama en azından 'gel vatandaş gel' diye ne bağıranını gördüm ne de masasına oturtmak için buyur çekenini. Hatta ve hatta birazda ilgisiz gibiler ya bizim bünye alışık değil pek kaldıramıyo ilgisizliği...
Caddeye gelince. Caddeye metro hattından ulaşmak çok kolay. Catalunya, Liceu duraklarında inip caddenin başından veya ortasından çıkabilirsiniz. Sonda da bi tane durak vardı da adını hatırlayamadım. Metro kullanmak çok önemli. Yollar açıkçası bomboş. Hele ara sokaklar in-cin top oynuyo. Ama en hızlı en ezberci şekilde gezinmek için metro birebir. Fiyat kısmına gelince burda ki metro bilet mantığıda bizim gibi akbil insanı için ters. Hani gözünü sevim ben akbilin. Burda kağıttan bilet. Makinelerden alınabilio. Eğer başta hesabınızı iyi yaparsanız karlı çıkarsınız. Ama bizim gibi bölük pörçük yaparsanız battınız demektir. Acaip kazık bi sistem bu da. Durakları öğrenmek kolay. Hatların mantığını çözerseniz her yere rahatlıkla gidersiniz. Bizim gibi bi 10 yıl önceden başlamadığı için metro hizmeti şehrin dört köşesine gidebiliyorsunuz. Aktarma herşeyin çözümü. Otobüs kısmında ise söyleyebileceğim bişi yok. İnanın 5 gündür bi kere otobüse binmedim.
Cadde de ilerlerken çeşitli kıyafetler giymiş poz veren insanlar gördük. Bunların hepsi bildiğimiz ya bi ünlüyü ya da bi anı canlandıran kılıklara girmiş, boyanmış sanatçılar. Önlerinde birer para kutusu var. Eğer elinizde 1 € 'yu ses çıkartacak şekilde kutuya atarsanız hareket etmeye başlayıp sizi yanlarına çağırıyorlar. Sizinle birlikte poz vererek resim çektiriyorlar. Hani güzel meslek. Tek zorluğu sanırım bütün gün ayakta durmak. Ama klasik bir Türk aklı ile hesap ederseniz baya da iyi para kaldırıyorlar hani. Ha bide bizim Taksim'de meşhur ağzında bi metalle Godfather müziğini durmadan çalan bir eleman varya onun çömezleri var burda. Çömez diyorum çünki bizim Taksim'deki elemanın eline su dökemez bunlar. Gıcık gıcık sesler çıkarıyorlar. Bide acaip iticiler. En azından benim için.
Cadde de ilerlermeye devam ettikçe sizin portrenizi ya normak ya da karikatüristik şekilde çizen ressamları görüyoduk, gördükçe de aklımıza Kadıköy İskele Meydanı'nda bulunan Yapı Kredi Bankası'nın ara sokağında bu işi yapan adam aklımıza geliyodu üzülüyoduk. Niye derseniz bizim elemanından bunlardan aşşağı kalır bi yanı yok ama bizde sanat sepet işlerine ilgi alaka da azdır, kazancı pek olmaz. Burdakiler ise çatır çatır para kazanıo, ilgi çekiyolar walla. Üzülmemek elde değil anlicanız.

İspanya'ya gelişimizin 6 inci günü...
(Yazıya Valencia 'dan Madrid'e Giden Tren de devam ediyorum)

Caddenin sonlarına geldikçe bir tenhalık kendini belli ediyor. Tenhalık diyorum sma kıyaslamayı daha çok caddenin baş tarafıyla yapıyorum. Caddenin sonlarında etrafında aslan heykellerinin olduğu bi anıt benzeri bişi karşılıyor. İspanya tarihi ile ilgili çok fazla bilgi sahibi olmadığımdan ad veremicem. Zaten İspanya tarihi iç savaşıyla ünlüdür, onu da bilen yarım yamalak bilir. Ben daha tam olarak bilgi sahibi olan birini göremedim. Ben konuma döneyim. Caddenin aşağısında anıtın buluınduğu yer sahil kısmı oluyor. Sahil kısmında anıtın tam karşısında eski para, plak benzeri ürünlerin satıldığı bizim kadıköylülerin çok iyi bildiği bit pazarı benzeri tezgahlar mevcut. Bunların tek farkı ürünleri yere değil şemsiyeli tezgaha açmaları, pahalı olmaları. Pazar da pek takılmadan direkt orda bulunan köprüye yöneldik. Köprünün sol tarafı marina olarak kullanıyo. Çok sayıda yat, tekne mevcut. Diğer yanı da direkt denize açılıyor ki orda bulunan bir feribot bizi uzay zamanında bilmem kaçıncı milyon yıla götürdü bilemiyorum. Çok enterasan bir feribottu, şeklen şemalen. Nereye gittiği yönünde fikir yürütebildik sadece ki bu fikirlerden biri İbiza Adasıydı. Anlkicanız aklımız hep orda. Neyse köprünün diğer tarafında maremagnum alışveriş merkezi mevcut. İçerisi bizim memlekette de olan alışveriş merkezleriyle aynı. Tek ve en önemli farkları markalar. Burda Ferrari'den tutunda BarçaBotiga spor mağazaları ile diğer isim yapmış markaların dükkanları mevcut. İçim Ferrari tişörtüne eriyip gitse de maddi şartlardan dolayı bu şekilde bir harcamayı göze alamadım.
Alışveriş merkezinin gezintiyi bitirince hemen arkasında yeralan sanırım dünyanın en büyük akvaryumu olan Aqua....... bilet alıp girdik. Bilet fiyatları kişi başı 17 €. Değer mi diye sorarsanız kesinlikle değer. Bileti alıp içeri girince direkt iki genç kız bi yerde durdurup fotoğrafınızı çekiyor. Çıkışta da bu fotoyu isterseniz satın alıyorsunuz. Fiyatı 8 €. Ne kadar pahalı gözükse de sonuçta ana dedik bizde öyle aldık. Yoksa saçma sapan bi foto ne yalan söyliyim. Ha bi de çalışan hatun nerden geldiğinizi soruo. Biz Türkiye deyince bi ağzını büzdü felan orda tutup tokatlayasım geldi. Ulan hem kıçını yıkamaktan acizsin hem de beni beğenmiyosun. Adamların bide tuvaletten çıkarken el yıkaması var. O daha bir rezil. O elle yemek yiyosan domuzunda, kuşunda gribini kaparsın. Her türlü veba seni bulur haliyle. Yİne saptık konudan. Akvaryum turu güzeldi açıkçası. En vurucu anı altta hareket eden zemin üzerinde ilerlerken çevrenizin yer kısmı hariç kalan tüm kısmının akvaryumla çevrelenmesi. Üstünüzden köpekbalığı geçerken, yan taraftan da diğer türlü türlü balıkların geçişini izlemek. Ama burda da bişi eksik geldi bana. Cok arandım tarandım ama bi türlü ahtapot göremedim. Gidipte gören olursa foto çekip yollasın dicem zaten de yine de canlı kendi gözlerimle görmeyi daha çok isterdim.
Akvaryumda gezinti bitince salına salına yine caddeye döndük. Metroya binmek için duraktan aşağıya indik. Metro duraklarında bizimkilerin benzeri çalgıcılar var. Bunlar bi de ırk ırk. Artık çinlimi japonmu korelimi bilemedim bi adam var kemençe benzeri bişi çalıo. Belli işi bu adamın. Hergün nerdyese belli zaman aralıklarında duruo tam metronun ortasına başlıo aleti gıy gıy çalmaya. Bunun dışında bi de metro da yerde yatan insanlar mevcut. Bazısı kötü giyimli bazı temiz. Onu anlayamadım hani.Evsizler mi yoksa zevk için mi takılıyorlar bilemedim. Bu ecnebilerden herşeyi bekler durumdayım ya ondan herşeye türlü türlü cevaplar arıyorum.
Gün güzel devam ediyor ya sonunu getirmeyelim istedik. Hostel de biraz dinlenip caddeye geri dönelim dedik. Dediğimiz gibi de yaptık. Ufak bir dinlenme, hazırlıktan sonra caddeye geri çıktık. Aşağı sahile doğru indik inmesine de arkadaşın beli rahatsız olduğundan ilerleyemedik pek. Oturduk sahilde aldık biraları muhabbet etmeye başladık. Bu arada bi de siyahi arkadaşlar ile ellerinde torbalı adamlar yanımıza gidip gelmeye başladı. Bişiler mırıldanıyorlar ama ispanyolca bilen olmadığından dediklerini ahreketlerinden çıkarmaya çalışıyoruz oda fayda etmiyor. Zaman ilerledikçe bi zencilerin ne dediğini anlar olduk ki onlarda ot isteyip istemediğimizi soruyolarmış. Poşetli amcalar ise bira satıyomuş. Tanesi 1 €. Bildiğiniz kutu bira. Bu adamlar nerden buluoda bu kadar ucuza satıyolar anlayamadım. Bulsak bizde alıcaz bi kasa ama nereye gitsek 3-5 € dan satıolar mereti. Neyse gelip geçeni kestikten, kendimizce yorumlar yaptıktan sonra hostele geri döndük.

Mabed'e Camp Nou'ya Gidiş------>16 Ağustos 2009
Bugün büyük gün. Şu ana kadar çekilmiş bütün sıkıntların, yapılan hazırlıkların, yaşanan maceraların tek ve asıl sebebi. Mabed'i Barcelona Futbol Klubü'nün sahası, evi, herşeyi Nou Camp'ı ziyaret etmek için hostelden yola çıktık. Hostel aslında stada yürüme mesafesinde ama biz daha bilmiyoruz. Çıktık hostelden gittik metro durağına. Yanlış hatırlamıyosam Zone Universitaria durağında inip aşağıya doğru yürüdük. Sonra harita üzerinden baka baka bi 15 dakka daha yürüyüp 18 nolu kapının önüne geldik. Stad dıştan büyük gözükse de pek ihtişamlı değil açıkçası. 18 nolu kapıdan ........ nolu kapıya gittikten sonra büyük bir kalabalıklar karşılaştık. Stadın, megastore ve diğer tüm şeylerin girişi bu kapıdan yapılıo. İçeri girdik arkadaşlardan biri daha önceden aldığımız Barselona-Athletic Bilbao İspanya Süper Kupa Final maçı biletlerinin confirm etmek için sıraya, benle bir arkadaşta stad turu bileti almak için başka bir sıraya girdik. Stad turu bilet fiyatları 17 €. Sonuna kadar da hakediyorlar açıkçası. Stad turuna biletleri aldıktan sonra store gittik. Bendeniz hasta Beşiktaşlı olduğumdan ve bişı alıcaksam muhakkak kartal yuvasına uğradığımdan karşılabileceğim şeyi tahmin etmeye çalışırken içeri adım attığımda store ların bizimkilerle kesinlikle karşılaştırılmamsı gerektiğini anladım. Bizimkiler bunların eline su dökemez açıkçası. Herşey o kadar bol, herşey o kadar güzel ki.Yok yok yani. Aklınıza gelebilecek her türlü şey mevcut. Ama fiyatlarda az değil hani. İsimsiz bir Barça forması 67 €, isim yazdırmak 12 €, atkılar 12 €, tişörtler 25-30 € dan başlıyo ve sonu yokmuş gibi duruyorylar. Neyse ben bir Barça forması ve atkısı alıp olayı 100 € ile bitirmeyi planlıyorum. Bunu da maç günü yapıcam. Şimdi o kadar yol gidicez die almak istemedim. Biz Alice Harikalar Diyarın da gezinen, aklını geride bırakmış insanlar olarak zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Az kalsın günün son stad turunu kaçırıyoduk. Koşa koşa son tura yetiştik. Yetiştik yetişmesine de bizim turda olan Feline ve Liam adları sırtlarına yazılmış Barça formalı iki güzelle aynı anda stadı turlamak kafa karışıklığına neden olmadı değil hani. Bi yandan cennete olup bütün dertleri sıkıntıları unutan ben bu iki güzel hatunu görünce gerçek dünya ya iner gibi oluodum. Anlicanız tur boyunca baya frekans bozukluğu yaşadım. Tur boyunca tam sırasını şu an hatırlayamasam da konuk takım soyunma odası, müze gezintisi yanında en önemli şeyi yani futbolcuların sahaya çıkış koridorundan inerek sahanın ziyaretçilere ayrılmış küçük bir bölümünden sahayı dört bir yandan izleme şansına nail olduk. Stad o kadar büyük ve o kadar ihtişamlı ki tribünler boş bile olsa o hissi yaşayabiliyorsunuz. Sahanın içinden daha sonra bizde şeref tribünü olarak adlandırılan ve kodamanların oturduğu kısma geçiyor, ordan da maçı anlatan spikerlerin olduğu bölüme en sonlara yakında basın toplantılarının yapıldığı odaya geçiyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Barcelona oyuncularının soyunma odası kutsal sayıldığından ziyaretçileri o bölüme almıyorlar. Neyse tur gezisi sonrası her zaman ki gibi tekrardan Barcelona'nın bana göre kalbi sayılan caddesine inip tur attıktan sonra hostele dönüp ertesi günkü Valencia yolculuğu için hostele geri döndük.

İspanya'ya gelişimizin 10 uncu günü...
(Yazıya Barcelona'daki son konaklama yapılacak hostelden devam ediyorum)

Valencia'ya Yolculuk -----> 17 Ağustos 2009
Daha önceki tur programımızda Valencia 'dan önce Barcelona'ya 1.5 saatlik uzaklıkta yer alan Tarragona iline gitmeyi planlasakta verdiğimiz ortak kararla bu ili geçip direkt Valencia'ya gitmeyi ordan da direkt Madrid'e geçmeye karar verdik. Sabah çantalarımızı sırtlayıp Sant Estacio metro durağının hemen karşısında yer alan tren istasyonuna girip bilet kuyruğuna geçtik. Orda farkına vardığım İspanya'da neden bu kadar çok fransızın olduğuydu. Elemanlar trenle rahatlıkla gidip gelebildikleri için bu şehirde çok fazlalar. Onun dışında plan dahilinde araç kiralama olayından 300 küsür euro nedeniyle vazgeçmiş olmamızın ne kadar yanlış olduğunu ilerleyen günlerde anlamamız bize büyük bir tecrübe oldu. Valencia'ya tren Barcelona'dan 2,5 saat civarında varıyor. Bilet fiyatlarıda kişi başı 40 €. Valencia'dan Madrid'e geçişi de trenle gerçekleştirip bi 40 € bayılmak hepsinin üstüne de Madrid'den Barcelona'ya yine trenle gidip 7 saat yol çekmek bi de 55 € ödemek neden 300 küsür € ya araç kiralamamanın bize daha pahalıya patladığını açıklaması olacaktır. Hepsi bi yana yaşadığımız onca sıkıntı o kadar dert ve onca kayıbı yazının ilerleyen bölümlerinde okuyunca bize çeşitli adlar takacağınızı tahmin eder gibiyim ki bu tanımlamaları sonuna kadar hakkettiğimizi düşünüyorum. Gezinti notlarına dönersek Valencia'ya ilk tren öğlen saat 14.30 olması muhteşemdi. En azından istasyonda daha az vakit geçirip erken saatler de Valencia'da olabilecektik. Rahat rahat hostel bulup yerleşip dinlenebilecektik. Ama bileti alan arkadaşın Gaudi aşkı yüzünden bileti saat 9 gibi almış olup bütün gün Barcelona sokaklarında sırtta 10-15 kiloluk çantalarla vakit geçirmek zorunda kaldık. Neyse ki her tren istasyonun da yer alan emanetçilere 4,5 € bayılarak büyük boy dolap kiralayıp eşyaları sırtlarımızda taşıma derdinden kurtulduk. Gerçi sanat aşkıyla yanan arkadaşımız nedense sırtında ki çantayı bırakmadı. Heralde kafasına göre bilet almasından dolayı bizden yediği zılgıtlardan dolayı kendini cezalandırma yoluna gitti ama inanın ki o an gereksiz bir hareketti. Sırtında o koca çantayla Gaudi'nin meşhur Sagrada Familia -bitmeyen kilisesi- sını gezmek hele ki ispanya sıcağında çok çok gereksiz bi tavırdı. Neyse her koyun kendi bacağından asılır misali ben de diğer arkadaşla tekrardan Barcelona sokaklarından turlamaya başladık. Açıkçası o kadar saati nasıl geçirdik şu an hatırlamıyorum ama çok yorulduğumu söyleyebilirim. Akşama kadar bu şekilde devam edip saat 9 gibi trene bindik. Saat gece 11:30 gibi Valencia durağına vardık varmasına da gece ne yapıcaz bilmeden yine sırttaki çantaları tren istasyonunda ki emanetçiye bırakıp birazda soluklanıp sokaklara saldık kendimizi. O gece için tasarruf amaçlı hostel tutmadığımızdan üstüne de ertesi gün saat 11-12 ye kadar hostele giriş yapamayacağımızdan Barcelona'daki hostel arayışımızın benzerini yaşamamk için ertesi gün kalacağımız hostelin adresini çıkarmaya karar verdik. Artık biraz daha tecrübeli olduğumuzdan hosteli bulmak cok zor olmadı. Erken saatte hosteli bulunca bari fırsat bu fırsat diyerek gece Valencia sokaklarında tur atıp fotoğraf çekmeye başladık. Bu arada biraz soluklanalım diye oturduğumuz yerde Burak şapkasını unuttu. Şapkayı unuttuğu noktadan çok fazla uzaklaştığımız ve hepimiz ölümüne yorgun olduğundan kimse geri dönüp şapkayı aramaya yeltenmedi ki bu olay başımıza geleceklerin habercisiydi. Saat biraz daha ilerleyince açlıkla bi de susamışlıkla bir markete girip bi kaç şey almaya karar verdik. Susamışlığı birayla geçiştirirz diye düşünürken saat gece 10'dan sonra Valencia'da marketlerde bira satışının yasak olduğunu öğrendik. Bu gecenin ne kadar uzun süreceğini en azından benim için çok uzun süreceğinin işaretiydi. Arkadaşlar yorgunluktan ve yersizlikten meydanda ki banklarda uyumanın akıllıca olduğunu düşündüler. Bana da bu şartlarda ayakta bekleyip cebimizdeki üç kuruşa ve pasaportlara sahip çıkmak düştü. Sanatsever arkadaşımız sırtında çantayla Sagrada Familia turu yapmaktan, diğer arkadaşta kafayı koyduğu her yerde rahatlıkla uyuyabildiğinden direkt bankta zıbarmaya başladılar. Bendenizde etrafımızda fink atan siyahi dünya vatandaşlarıyla göz göze gelip ayakta durma derdiyle çıkardım ayakkabıları oturdum banka. Gece boyunca en ilginç olan şey, tişörtünü çıkartıp banka asan, altında şort yanında bi şişe su ile ışığın hemen altında oturup kitap okuyan ispanyol delikanlısıydı. Biz banklara oturmadan önce oraya oturmuş kitabını okuyan bu genç - ki karizma had safadaydı- saat 2.30 gibi ben sigara yaktıktan sonra "Hey Amigos Sigaret" diye bağırıp el hareketiyle benden sigara otlandıktan sonra kitabını okumaya devam edip saat 3.30 civarları üstünü giyip gitmesi, giderken de bana bi hoşçakal modunda hareket çekmesiydi. Dedim o an kendi kendime "ulan sen bu karizmayla taksime otur vermeyen kız olursa ben vericem".. O derece şekildi arkadaş ama bi o kadar da kendi halindeydi. Bunu belirtmemek ayıp olur. Neyse gün ağırmaya başlayınca direkt tren istasyonuna gidip sırt çantalarımızı alıp hostelimize gittik. Hostelin adı Center Valencia Youth Hotel. Saınt Jordi'den sonra daha kötü bir yer beklerken inanılmaz profesyonel, düzgün ve temiz bi hostel bulunca hepimiz çok mutlu olduk. Hostel odalarının içinde duş tuvalet mevcut. Sabah akşam temizlik yapan insanlar var. Oda mis gibi kokuyo ki fiyatıda o iğrenç Saınt Jordiye göre daha ucuz. Günlüğü 20 €. Sonuna kadar hakediyolar. Şehir merkezine de inanılmaz yakın. Hani gün olur Valencia'ya giderseniz hiç otel aramyın. Burayı sonuna kadar tavsiye ederim.

Burdan sonra yazacaklarım Türkiye'ye kaldı. Şimdi Barça-Athletic Bilbao İspanya Süper Kupa Finali 2. Maçını izlemek için hazırlık yapmak lazım. Üstümüzde Beşiktaş forması stadda yerimi alıcam. Bütün dertler bunun içindi ya zaten....

Valencia -----> 18 Ağustos 2009
Valencia------> 19 Ağustos 2009
Madrid------>20 Ağustos 2009
Madrid----->21 Ağustos 2009
Barcelona------->22 Ağustos 2009
Barcelona-------->23 Ağustos 2009
Eve Dönüş------->24 Ağustos 2009

20 Ağustos 2009 Perşembe

Uzaklarda,,,,

Yolculukla ilgili notlari aliyorum ama biraz olanaksizlik biraz da zamanla yaristigimizdan buralara aktaramadim. Ama en kisa zamanda burda yerini alicak. Fazla meraklanma Erdem'im tatilinin keyfini cikar...

14 Ağustos 2009 Cuma

Mola

5 saat sonra gecikmiş tatil programım için yollara düşeceğim. Yakın saatlerde Korkmaz da İspanya macerasına başlıyor olacak. Yaklaşık 1 ay kadar İstanbul'a uğramayı düşünmüyorum, kombinemi de haliyle burada bıraktım... maçlara gitmek isteyen arkadaş olursa diye çevremizden!

Gittiğim yer teknolojiden izole olacağı için bir süre yazılarımı paylaşamayacağımı belirtir, yine de fırsat bulursam ilk işimin buraya yazmak olacağını yinelemek isterim.

Özellikle sevgili Korkmaz'ın İspanya maceraları için sabırsızlanmaktayım:)

Şimdiden her ikimize de iyi yolculuklar...

Başlıkta belirttiğim gibi...

şahsım adına kısa bir mola.

9 Ağustos 2009 Pazar

Kahveci Sorunsalı

Korkmaz'ın hissettiklerini ben de düşündüm, özellikle Süper Kupa finalinde. Cuma akşamı ise, içinde Nihat'ın olduğu pozisyonlarda, Kahveci'nin biraz bencilce davrandığını gözlemledim. Sanırım Korkmaz'ın bahsettiği de bu durum... keza Süper Kupa finalinde de Nihat 1-2 pozisyonda olmadık yerlerden şut çekmişti herkesin pas vermesini beklediği halde...

7-8 yıl sonra Nihat'ın tekrar buralarda olması, kendisini etkiliyor haliyle. Beşiktaş'tan ''gelecek vaad eden genç topçu'' olarak ayrıldı, özellikle Real Sociedad dönemi çok parlaktı, milli takımda da başarılı maçlar çıkardı ve bence -kendisi için- daha da önemli olan, milli takımda kaptanlık mertebesine yükseldi.

Şu an ki mevcut duruma baktığımda Nihat, kendisini biraz farklı ve ayrıcalıklı görüyor olabilir. Bu takımın içinden yetişti, yurt dışı macerası çoğunluklu başarılı geçti, yaşı artık 30 oldu, tecrübelendi, kariyeriyle bir şeyleri artık ispatladığını düşünüyor ve kendisine de ona göre davranılmasını bekliyor olabilir.

Ve kanımca en önemlisi husus, Nihat'ın takımda ağabey modeline soyunması... yukarıdaki nedenlerden ötürü ''bu takımın saha içi ve dışı lideri benim'' hissine kapılması oldukça yüksek bir ihtimal... dolayısıyla Korkmaz'ın aşağıda taşımış olduğu endişe ve benim düşüncelerimin çıkış noktası da Nihat'ın bu liderlik hissiyatı...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Tek Derdim....

Mesaiye kaldım. Üstüne üstlük maç bide benim için gidişide gelişi de eziyet olan cehennemin dünyaya yansıması olarak gördüğüm rezil staddaydı. Maçı ne televizyondan izleyebildim ne de staddan. Özetine bakabildim sadece ki yorumları bile okumaya fırsatım olmadı. Gördüğüm tek bişi var aslında o da Nihat'ın benmerkezci oyun anlayışı. Bunu söylerken biraz da Süper Kupa final maçının etkisi var. Tek eksik gördüğüm nokta bu. Yoksa Beşiktaş'ım geçmiş sezonlara göre daha da bir güzel gözüküyor gözüme. Derdim kupalar olmadığı için takımın sağında da solunda da o gencecik çocukları gördükçe daha da bir mutlu oluyorum. Varsın almasın kupaları varsın 3-5-11 inci olsun takımım ama kendini diğerleri gibi antipatik yapmasın kimseye. Tek derdim budur.

Ceza Hukuku Açısından Kimyasal Kastrasyon

Hayat, sağlık ve vücut tamlığı gibi bireyin, insan olmasından gelen ve haiz olduğu, devredilemeyen, vazgeçilemeyen haklar; Anayasa ve başka kanun ve belgelerle koruma altındadır. Belli durumlarda, bu haklara karşı yapılan müdahaleler, hukuka uygun sayılabilmektedir. Yaşam, sağlık, vücut tamlığı, vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı gibi değerlere yönelik müdahaleler; kişilerin bedensel veya ruhsal rahatsızlıklarını tedavi amaçlı olarak, tıp bilimince kabul edilen çeşitli faaliyetleri ifade eder. Bu müdahalelerden birisi de kastrasyon tıbbi müdahalesidir.

Kastrasyon, bireyin cinsel salgı bezlerinin alınması suretiyle cinsel faaliyette bulunma ve üreme yeteneğinin tamamen sona erdirilmesi amacını taşır. Kastrasyon, bireydeki cinsel isteği ve cinsel ilişkide bulunma yeteneğini tümüyle bitirebilirken, bireyin cinsiyetine ilişkin belirtileri de ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla, bu müdahalenin kişide fiziksel ve ruhsal açıdan büyük etkiler meydana getirebileceği aşikârdır.

Yukarıda bahsi geçen biyolojik kastrasyon dışında, son yıllarda çeşitli ülkelerde tartışılmaya ve uygulanmaya başlanmış kimyasal kastrasyon hususu da dikkat çekmektedir. Bu yöntemle bireyin, biyolojik kastrasyondan farklı olarak cinsel faaliyette bulunma yeteneği bitmemekte, ancak tahrik duygusu öldürülmektedir. Kimyasal kastrasyonla, bireye hap içirilerek kimyasal yolla hadım etme amaçlanır. Örneğin İngiltere’de libido azaltılıncaya kadar günde 5mg, sonra da 1mg stilbestrol kullanılarak kimyasal kastrasyon uygulanmaktadır. Kimyasal kastrasyon yoluyla insanın cinsel ilişkiye girebilme yeteneği elinden alınmamakta, bu aktivitesi ortadan kalkmamakta, ancak kişi şahsi olarak cinsel ilişki başlatamamakta, karşı cins veya çocuk gördüğünde tahrik olamamaktadır.

Cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanması talebi, yaptırım türü olarak düşünülmektedir. Kastrasyon, tarih boyunca Avrupa, Çin, Hindistan, Afrika ve Orta Doğu gibi farklı coğrafyalarda sosyal veya dini nedenlerle yapılmışken; günümüzde farklı ülkelerde farklı uygulama şekilleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kimyasal kastrasyonun kabul gördüğü devletlerin başında ABD gelmektedir. ABD’nin Teksas ve Kaliforniya gibi eyaletlerinde kimyasal kastrasyon uzun yıllardır bir cezai yaptırım olarak kullanılmaktadır. ABD’de bu yöntem güncel olarak suçlu kişiye yirmi yıl hapis cezası veya kimyasal kastrasyon uygulanması şeklinde faile seçimlik hak olarak bırakılmaktadır. Kimyasal kastrasyonun uygulandığı diğer ülkeyse Çek Cumhuriyeti’dir. Geçtiğimiz on yıllık süre zarfında, doksanın üzerindeki hükümlüye, biyolojik kastrasyon uygulanmıştır. Bu açıdan Çek Cumhuriyeti, biyolojik kastrasyon uygulandığı tek Avrupa ülkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Polonya ise kimyasal kastrasyonu öncelikle pedofili hastaları üzerinde uygulayarak, bu alanda farklılık yaratmıştır. İngiltere, İsveç, Danimarka, Kanada da aynı ABD’de olduğu gibi cinsel suç failine bir süredir seçimlik hak tanımaktadır. İtalya’da da geçtiğimiz dönemlerde bir dizi cinsel suç vakasının vuku bulması, tartışmaları doruk noktasına çıkartmış; hükümet biyolojik kastrasyon uygulaması yönünde fikir birliği içinde olmuştur. TBMM milletvekilleri de İtalya’daki olaylardan esinlenip, cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanması görüşünü ortaya koymaktadırlar. Ancak İtalya’dakinden farklı olarak, tekerrür halindeki suçlar için ve ağır pedofili hastaları için uygulanması görüşünde birleşmişlerdir.

TBMM milletvekillerinin sunduğu teklif doğrultusunda kimyasal kastrasyonun tekerrürü halinde failde ağır pedofili varsa kimyasal kastrasyon uygulaması düşünülmektedir. Bu kapsamda cinsel istismarın ele alınması da doğru olacaktır. Cinsel istismar, cinsel hazza ulaşmak amacıyla, bir çocuğun kullanılmasıdır. Cinsel istismarın görünüş şekilleri, çocuğun cinsel organını okşamak, tecavüz etmek, teşhircilik yapmak, çocuk pornografisi gibi hallerdir. Erişkin cinsel ilişkisi yerine cinsel doyum için çocukları seçen pedofili hastalarının temelinde psikoseksüel rahatsızlık yapmaktadır. Pedofili hastalığını, psikolojik sorunlar ve hastalıklar dahilinde cinsel kimlik bozuklukları altında inceleyebiliriz. Dolayısıyla bir pedofili hastasının, TBMM milletvekillerinin belirttiği gibi cinsel suçun tekerrürü halinde kimyasal kastrasyona tabi tutulması, onlara öncelikle ruhsal açıdan tedavi uygulamak gerekebileceğinden, eleştirilebilecek bir tutum olabilir.

Günümüz toplumlarında kabul edilen önemli cezalandırma ilkelerinden birisi de, cezanın insan onuru ile bağdaşması ilkesidir. Hümanizm ilkesiyle artık bedensel cezaların önüne geçilmekte ve insan haysiyetiyle durum söz konusu olmaktadır. Cezalar, cismani eziyet şeklinde olmamalıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 5. maddesinde bu konu şu şekilde ifade edilmiştir: “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsanî, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tabi tutulamaz”. 1982 Anayasası 17/3’te ise bu ilke, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan cezaya-muameleye tabi tutulamaz.” şeklinde belirtilmiştir. Cezaların kanunlar ile düzenlenmiş olmasına karşılık, kanundaki düzenlemeyle getirilmiş olan cezaların insan onuru ile bağdaşmaması da olanaklıdır (uzuv kesme vb). Kimyasal kastrasyonun da, uzuv kesme gibi ağır olmasa da, şahsi haysiyetle bağdaşmadığı söylenebilir. Özellikle kastrasyonun uygulandığı faillerin, manevi (psikolojik) işkenceye maruz kaldıkları düşünülebilir. Cinsel hayatın bitmeyip, ilişki dışı tahrikin önlenmesiyle, özellikle ataerkil toplum yapısına haiz ülkemizdeki bireylerin haysiyetlerini kırıcı durumlar meydana gelebilir, ilacın yan etkileriyle kişilerin cinsiyetlerine ilişkin özelliklere zarar gelebilir. Failin manevi işkence muamelesine maruz kalması söz konusu olabilir.

Cezanın kanunlarda yer almasının yanı sıra işlenen suçun yarattığı zararı karşılığı ile; yani suç ile cezanın orantılı olması gerekir. Bu; orantılılık, ölçülülük ilkesinin bir sonucudur. Kimyasal kastrasyonun, suçun bir daha işlenmesini engellemek ver diğer bireyleri korumak için uygulanmasının ne derece orantılı ölçülüğü olduğu tartışmalıdır. ABD’nin bazı eyalet ceza kanunlarında hâlâ cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ölüm cezasıyla cezalandırılmaktadır.

Gülin Yıldırımkaya’nın 16.07.2009 tarihinde Habertürk Gazetesi’ndeki “Tecavüz Sanıklarına Kimyasal Kısırlaştırma Cezası Verilsin mi?” başlıklı haberinde konuyla ilgili farklı tarafların görüşleri aşağıda sıralanmıştır;

Alev Dedegil - Ak Parti İstanbul Milletvekili: “Ben bu konu üzerine çalışma yaparken hukukçularla da görüştüm, insan haklarına aykırı olduğunu düşünmüyorum. Biyolojik kastrasyon farklı ama benim önerdiğim kimyasal kastrasyon kişinin cinsel aktivetisini sonlandırmıyor, kontrol altına alıyor. Asıl insan haklarına aykırı olan küçük bir çocuğa tecavüz edilmesidir. İnsan hakları diye diye neredeyse bu tür suçlulara “Ne kötü, ne ayıp” bile diyemeyeceğimiz bir noktaya geleceğiz. Hukukta evrensel ilke var biliyorsunuz, kişiler suçları ispat edilene kadar suçsuz muamelesi görüyor. Yani bir anne çocuğuna tecavüz ederken adamın birini yakalayacak ve ona suçu ispat edilene kadar suçsuz muamelesi yapacağız öyle mi? Bu tür suçlarda ciddi önlemler almamız gerektiğini düşünüyorum, bu çerçevede kimyasal kastrasyonun caydırıcı olacağına inanıyorum.”

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: “Türkiye’de kimyasal kısırlaştırma uygulaması yapılabilir. Ama daha önemlisi pedofili hastalarındaki genetik yanı araştırmak. Böyle bir eyleme başvuruyor olmalarında, kendilerinin de başından geçen bir istismar kökeni var mı araştırılmalı. Çocuk istismarı vakalarında, istismarcı kişinin kendisi de aslında kurban olabiliyor. Bu noktada tıbbi desteğe de gereksinim duyulabilir. Kimyasal kısırlaştırma uygulaması İskandinav ülkelerinde de var. İnsan haklarına aykırı mı? Tabii ki bir insanın bedenine yönelik müdahaleye, vücut dokunulmazlığına yönelik bir eyleme girer. Ama aynı zamanda bu suçun bir daha işlenmesini engellemek ve diğer çocukları korumak gibi bir işlevi de vardır. Kimyasal kısırlaştırma uygulaması özellikle tıbbi etik alanında çalışan kişiler tarafından kapsamlı olarak araştırılmalı. İlk başta bir hak ihlali olarak değerlendirilse de, diğer yandan çocuklar ve toplum sağlığı açısından koruyucu bir tutum.”

İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan: “Her birey maddi ve manevi varlığını koruma, geliştirme hakkını sahiptir. Bu bağlamda vücut dokunulmazlığı kuralının ihlal edilmemesi gerekiyor. Sağlık kurulu raporlarıyla, suçlu olduğu tespit edilen bireylere bu tür yöntemlerin önerildiğini dünyaya baktığımızda da görüyoruz. Ancak bu yöntem insan haklarını ihlal edici bir cezadır. Çocuk tecavüzlerinde yasalarda belirtilen cezalar uygulanmalıdır. Ayrıca çocukların korunması açısından devlete yüklenmiş sorumluluklar vardır. Devlet aileler ve çocuklar üzerindeki görevlerini yerine getirmezse, suçu işleyen kişiye verilen kimyasal kısırlaştırma cezası çözüm olabilir mi? Bu tarz yöntemler yerine, sosyal bir takım tedbirler alınması daha akılcı olur. Diyelim ki bu yöntem uygulanmaya başlandı, mağdur olan kişiler adalet anlamında tatmin olacak mı? Bir de Türkiye’deki değer yargıları sorunu var. Toplum olarak değer yargılarımıza önem veriyoruz. Ceza noktasında da müşteki tatmin olmalıdır. Aksi halde adalet mekanizması yara alır ve çok daha kötü sonuçlar doğabilir. “Kimyasal kısırlaştırma” yöntemi, suçu işleyen kişi üzerinden çözüme gitmek ve sorumluluğu üzerimizden atmak, kolaycılık, kestirip atmak demektir.”

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Ceza Hukuku Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Köksal Bayraktar: “Böyle bir ceza bence insan haklarına da ceza hukuku yaklaşımına da aykırıdır. Ceza hukukunun amacı, suçlu olan kişiyi iyileştirmek ve topluma duyarlı bir birey haline getirmektir. Bunun eğitimsel, kültürel, sosyal kısımları vardır. Rehabilitasyon denilen de bir kavram bulunmaktadır. Bu da insanı iyileştirme anlamına gelir. Yani, kimyasal kısırlaştırma, rehabilitasyona ve ceza hukukuna taban tabana zıttır. Adeta ilkel ceza hukuku dönemlerinin bir kalıntısıdır ve son derece yanlıştır.Bugünkü modern ülkelerin hiç birinde böyle bir ceza uygulaması yoktur. Çocuk tecavüzü konusunda yeni ceza hukukunda emniyet tedbirleri vardır. O tedbirler uygulanır. Eğitim verilmeli ki bu bireyler iyileşme gösterip bir daha bu davranışı sergilemesin. Çocuk tecavüzü suçlarında durum aynı zamanda psikolojiktir. Her suç kişiden çok toplumun hastalığıdır. Toplumdaki eksiklikler, yanlışlar ve kötülükler belirli kişilerde suç olarak ortaya çıkar. Kimyasal kısırlaştırma da tasfiye edici bir yaklaşımdır, iyileştirici değil.”


Şahsi görüşüme değinmek gerekirse,

Cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanmasının kişinin vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı hakkına aykırılık teşkil edeceğini, ayrıca bunun bir tür insan hakları ihlali olabileceğini düşünmekteyim. Ceza hukukunun amacının suçluyu rehabilite etmek olduğu aşikârdır. Kimyasal kastrasyon yaptırımıyla caydırıcılığın ölçüsü kaçabilir. Bu şekilde kişinin kendi başına cinsel ilişki başlatma hürriyetinin elinden alınması söz konusu olacaktır. Failin pedofili olması durumunda, bedensel ceza vermek yerine öncelikle neden bu fiile başvurmuş olabileceği araştırılmalıdır. Kendisine tıbbi destek verilmelidir.

Cinsel suç işlenmesini engellemek ve çocukları korumak için bu yaptırımın orantılı, ölçülü ve insancıl olduğu kanısında değilim. Böyle bir yaptırımın, işin içinden sıyrılıp kolaya kaçmak olduğu fikrindeyim. Suçlular, ne olursa olsun iyileştirilmelidir. Onlar, topluma duyarlı bireyler haline getirilmelidir. Kimyasal kastrasyon uygulamasının ilkel bir yöntem olduğu kanısındayım. Adeta eski hukuk sistemlerinde var olmuş kısasa kısas uygulamasının bir başka görüntüsü gibidir. Hırsızın elini kesmekten hiçbir farkı yoktur. Suçluyu eğitmeliyiz ki; bir daha suç işlemesin. Aksi halde, eğitmek yerine bu tip yaptırımlar faili toplumdan uzaklaştırır, onu toplumdan dışlar ve tasfiye eder. Kişi, toplum dışına itilmiş olur ve onun diğer bireylerle iletişim kuramamasına zemin hazırlar. Bunların sonucunda, fail toplumdan intikam alma psikolojisine bile girebilir. Kimyasal kastrasyon yönteminin bilimsellikten uzak olduğu, modern rasyonel hukuk ilkeleriyle uyumsuz kalacağı açıktır. Suçlunun ıslahı için modern yöntem bu olmamalıdır. Failin, zorunlu kamu hizmetiyle ya da eğitim destekli hapis cezalarıyla hayata tutunması sağlanmalıdır. Topluma kazandırma ancak ve ancak bu ve benzeri yollarla olur.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Mutlu Son....

Ağustos ayında yapacağımız İspanya gezisinin Mutlu Son'u olan Barcelona-Athletico Bilbao İspanya Süper Kupası Camp Nou'da oynanacak 2. maçının internet ortamından alınmış bileti...ikinci foto ise maçı izliyeceğimiz bölgeden stadın ve maçın görüntüsü...
Uzun zamandır planladığım gezinin ana nedeni olan Camp Nou'da maç izleme şerefine nail olamayacağımızı düşünerek günleri saymaya başlamıştım. Bütün herşey tamam iken maç izleyemeden buralara geri döneceğimi düşünmek baya bi canımı sıkıyodu.
Geçen hafta bahis dünyasına geri dönüş yapmak niyetiyle malum bir kaç sitede gerekli istatistiki çalışmaları yapmaya çalışırken birden Barcelona'nın ayın 16'sında Bilbao ile Süper Kupa maçı oynayacağını gördüm. Tabi hemen bizim yol arkadaşı Burak'ı telefonla taciz etmeye başladım. Dedim abi bizim yol güzergahı yalan olmuştur ayın 16'sında Bilbao'da maçtayız. Bu haberi alınca o an mesai de olan Burak abartıya kaçmadan gereken mutluluk ve coşku tepkileriyle karşılık verse de bir anda maçın tarafsız saha da olabileceğini söyledi. Bende hemen maçkolikten bir sene önceki finale baktım. Aklıma gelen ilk şey buydu açıkçası. Süper Kupa finalinin bizimki gibi tek maç değil de iki maç üzerinden oynandığını ve maçlarında evsahibi-deplasman usulü yapıldığını görünce hemen Barça sitesinden bilet kontrolü yaptım. İşin sonunda da yukarıda ki fotolarda gördüğünüz bileti ve mevkileri belirledik. Gerekli ödemeleri yaptık.
Şimdi sıra üstüme bir Beşiktaş forması geçirip maç günü Camp Nou'da yerimi almak. Bakarsınız bi fırlamalık yapıp hep hayalini kurduğumuz "Carles Puyol Türk Olsun" ile "Maç NTVSpor' da İzlenir" pankartını açmışız. Hiç belli olmaz. Bu kadar şeye cesaret ettik heralde bunu da yaparız gibime geliyor. Benden size tavsiye maç günü hangi kanalda yayınlanırsa maç oturup izleyin.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Pazar Ertesi...

Mayıs sonundan itibaren hasretle bekle, sonunda ızdırap gibi futbol izle... özellikle 2.yarı! 2 takım da 2.yarı ''lütfen'' oynadı. Hele penaltıdan sonra Beşiktaş'ımı izlemeye gönlüm razı olmadı. Bir an önce bitsin diye dua etmekten başka çarem kalmamıştı. Bizim maçtan önce Emirates Cup mücadelelerinin tadı damağımda kalmış olacak ki, oturup tekrarını izledim Arsenal-Rangers maçının. Willshire denen çocuğu hayranlıkla izledim... sonra da bizim veteranlara katlandım. Gülüp geçemiyor insan işte; ne de olsa kendi takımın oynuyor, kendi ülkende derbi sayılan bir maç oynanıyor.

Rüştü; bildiğimiz Rüştü... güzel toplar çıkarır alkışlarsın edersin sonra bir bakarsın ceza sahası dışında taç çizgisi kenarında rakip forvetle omuz omuza mücadele verir kalesinden metrelerce uzakta!

İsmail Köybaşı; evet bu çocuk 90 doğumlu... ısınmak zorundayız bu çocuğa... arkasından itelemek durumundayız... bizim görevimiz bu olmalı tribünden... kalas tipli çakılı bek'lerden değil İsmail... heyecanlı, agresif, mücadeleci... yerinde durmuyor... hücumu düşünüyor, sevdim bu yönünü.

Sivok; kankası artık Bursa'da, ama Sivok ŞL'de boy gösterecek. Umuyorum lehine kullanır bu durumu, basit hata görmekten sıkıldım artık Beşiktaş'ımın defasında... Sayın Zan'dan kurtulmak iyi bir adım ama Mr. Sivok elleri havada açık, yerden kayılmaması gerektiğini unutmuş sanırım... ivedilikle hatırlatılmalı!

Matteo Ferrari; çıplak gözle ilk kez izledim. Zan beyefendi ile karşılaştırmam bile dün geceki halini gördükten sonra. Yerinde müdahaleleri oldu, bana güven verdi... sizi bilemem tabii!

Erhan Güven; kanımca zorunluluktan oynamakta... ki bunu kendisi de gayet net biliyor... Toraman ve dağ gibi Ekrem sakat... onlar geldiklerinde Erhan ancak kenardan maç izleyecek gibi... İsmail gibi o da sık sık ofansı zorladı, hoşuma gitti... ama kendisi orta yapma özürlü!

Fink; ismi gibi orta sahada fink atmayı seviyor. Sade, düz, daha çok defansif oynayan Alman asker... yeterli mi? ŞL için şüphelerim var. Güzel müdahaleleri oldu ama.

Ernst; mayıs sonu Denizli'de bıraktığımız yerden aynen devam ediyor. Fink'e nazaran hücumu daha çok düşünüyor, sorumluluk almaya çalışıyor.

Bobo; dağınıksın Bobo... iyice kilolanmışsın... bir de üstüne sol açık oynatıldın dün gece(!)... bilemedim ben ne diyeceğimi, yorum yok!

Tello; sol açıktan hatta -Sağlam döneminde sol bek- ten çakma 10 numaramız... bir nevi kurtarıcımız. Denizli ile beraber o artık özgür adam! heyecan yaptığımız bir kaç pozisyonun yegane yaratıcısıydı dün gece... sizce yeterli mi?

Yusuf; soy isim ile bu kadar zıt olunur mu? Adam yürüyerek oynuyor... onu bile 45 dakika yapabiliyor ancak. Arsene Wenger sağ açık Willshire'ı oynatır, biz Yusuf'tan sağ açık yaratmaya çalışırız. Yusuf idmanlarını artık telefon kulübesinde çalım atarak yapsın, maçları da lütfen kenardan izlesin.

Nobre; gecenin Beşiktaş'ım adına etkisiz elemanı. Yoruma değer hiç bir hareketi yok, ya da ben kaçırdım, varsa siz ekleyin!




... 7 yıl sonra ilk resmi maçına çıktı kutsal formayla. Heyecanla beklediğim adam, Beşiktaş'ın evladı yine yuvasında... gülümsedim O'nu sahada gördüğümde... O'nun için şimdilik bir yorumum yok. Heyecanı yeter de artar.