8 Ağustos 2009 Cumartesi

Ceza Hukuku Açısından Kimyasal Kastrasyon

Hayat, sağlık ve vücut tamlığı gibi bireyin, insan olmasından gelen ve haiz olduğu, devredilemeyen, vazgeçilemeyen haklar; Anayasa ve başka kanun ve belgelerle koruma altındadır. Belli durumlarda, bu haklara karşı yapılan müdahaleler, hukuka uygun sayılabilmektedir. Yaşam, sağlık, vücut tamlığı, vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı gibi değerlere yönelik müdahaleler; kişilerin bedensel veya ruhsal rahatsızlıklarını tedavi amaçlı olarak, tıp bilimince kabul edilen çeşitli faaliyetleri ifade eder. Bu müdahalelerden birisi de kastrasyon tıbbi müdahalesidir.

Kastrasyon, bireyin cinsel salgı bezlerinin alınması suretiyle cinsel faaliyette bulunma ve üreme yeteneğinin tamamen sona erdirilmesi amacını taşır. Kastrasyon, bireydeki cinsel isteği ve cinsel ilişkide bulunma yeteneğini tümüyle bitirebilirken, bireyin cinsiyetine ilişkin belirtileri de ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla, bu müdahalenin kişide fiziksel ve ruhsal açıdan büyük etkiler meydana getirebileceği aşikârdır.

Yukarıda bahsi geçen biyolojik kastrasyon dışında, son yıllarda çeşitli ülkelerde tartışılmaya ve uygulanmaya başlanmış kimyasal kastrasyon hususu da dikkat çekmektedir. Bu yöntemle bireyin, biyolojik kastrasyondan farklı olarak cinsel faaliyette bulunma yeteneği bitmemekte, ancak tahrik duygusu öldürülmektedir. Kimyasal kastrasyonla, bireye hap içirilerek kimyasal yolla hadım etme amaçlanır. Örneğin İngiltere’de libido azaltılıncaya kadar günde 5mg, sonra da 1mg stilbestrol kullanılarak kimyasal kastrasyon uygulanmaktadır. Kimyasal kastrasyon yoluyla insanın cinsel ilişkiye girebilme yeteneği elinden alınmamakta, bu aktivitesi ortadan kalkmamakta, ancak kişi şahsi olarak cinsel ilişki başlatamamakta, karşı cins veya çocuk gördüğünde tahrik olamamaktadır.

Cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanması talebi, yaptırım türü olarak düşünülmektedir. Kastrasyon, tarih boyunca Avrupa, Çin, Hindistan, Afrika ve Orta Doğu gibi farklı coğrafyalarda sosyal veya dini nedenlerle yapılmışken; günümüzde farklı ülkelerde farklı uygulama şekilleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kimyasal kastrasyonun kabul gördüğü devletlerin başında ABD gelmektedir. ABD’nin Teksas ve Kaliforniya gibi eyaletlerinde kimyasal kastrasyon uzun yıllardır bir cezai yaptırım olarak kullanılmaktadır. ABD’de bu yöntem güncel olarak suçlu kişiye yirmi yıl hapis cezası veya kimyasal kastrasyon uygulanması şeklinde faile seçimlik hak olarak bırakılmaktadır. Kimyasal kastrasyonun uygulandığı diğer ülkeyse Çek Cumhuriyeti’dir. Geçtiğimiz on yıllık süre zarfında, doksanın üzerindeki hükümlüye, biyolojik kastrasyon uygulanmıştır. Bu açıdan Çek Cumhuriyeti, biyolojik kastrasyon uygulandığı tek Avrupa ülkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Polonya ise kimyasal kastrasyonu öncelikle pedofili hastaları üzerinde uygulayarak, bu alanda farklılık yaratmıştır. İngiltere, İsveç, Danimarka, Kanada da aynı ABD’de olduğu gibi cinsel suç failine bir süredir seçimlik hak tanımaktadır. İtalya’da da geçtiğimiz dönemlerde bir dizi cinsel suç vakasının vuku bulması, tartışmaları doruk noktasına çıkartmış; hükümet biyolojik kastrasyon uygulaması yönünde fikir birliği içinde olmuştur. TBMM milletvekilleri de İtalya’daki olaylardan esinlenip, cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanması görüşünü ortaya koymaktadırlar. Ancak İtalya’dakinden farklı olarak, tekerrür halindeki suçlar için ve ağır pedofili hastaları için uygulanması görüşünde birleşmişlerdir.

TBMM milletvekillerinin sunduğu teklif doğrultusunda kimyasal kastrasyonun tekerrürü halinde failde ağır pedofili varsa kimyasal kastrasyon uygulaması düşünülmektedir. Bu kapsamda cinsel istismarın ele alınması da doğru olacaktır. Cinsel istismar, cinsel hazza ulaşmak amacıyla, bir çocuğun kullanılmasıdır. Cinsel istismarın görünüş şekilleri, çocuğun cinsel organını okşamak, tecavüz etmek, teşhircilik yapmak, çocuk pornografisi gibi hallerdir. Erişkin cinsel ilişkisi yerine cinsel doyum için çocukları seçen pedofili hastalarının temelinde psikoseksüel rahatsızlık yapmaktadır. Pedofili hastalığını, psikolojik sorunlar ve hastalıklar dahilinde cinsel kimlik bozuklukları altında inceleyebiliriz. Dolayısıyla bir pedofili hastasının, TBMM milletvekillerinin belirttiği gibi cinsel suçun tekerrürü halinde kimyasal kastrasyona tabi tutulması, onlara öncelikle ruhsal açıdan tedavi uygulamak gerekebileceğinden, eleştirilebilecek bir tutum olabilir.

Günümüz toplumlarında kabul edilen önemli cezalandırma ilkelerinden birisi de, cezanın insan onuru ile bağdaşması ilkesidir. Hümanizm ilkesiyle artık bedensel cezaların önüne geçilmekte ve insan haysiyetiyle durum söz konusu olmaktadır. Cezalar, cismani eziyet şeklinde olmamalıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 5. maddesinde bu konu şu şekilde ifade edilmiştir: “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsanî, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye tabi tutulamaz”. 1982 Anayasası 17/3’te ise bu ilke, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan cezaya-muameleye tabi tutulamaz.” şeklinde belirtilmiştir. Cezaların kanunlar ile düzenlenmiş olmasına karşılık, kanundaki düzenlemeyle getirilmiş olan cezaların insan onuru ile bağdaşmaması da olanaklıdır (uzuv kesme vb). Kimyasal kastrasyonun da, uzuv kesme gibi ağır olmasa da, şahsi haysiyetle bağdaşmadığı söylenebilir. Özellikle kastrasyonun uygulandığı faillerin, manevi (psikolojik) işkenceye maruz kaldıkları düşünülebilir. Cinsel hayatın bitmeyip, ilişki dışı tahrikin önlenmesiyle, özellikle ataerkil toplum yapısına haiz ülkemizdeki bireylerin haysiyetlerini kırıcı durumlar meydana gelebilir, ilacın yan etkileriyle kişilerin cinsiyetlerine ilişkin özelliklere zarar gelebilir. Failin manevi işkence muamelesine maruz kalması söz konusu olabilir.

Cezanın kanunlarda yer almasının yanı sıra işlenen suçun yarattığı zararı karşılığı ile; yani suç ile cezanın orantılı olması gerekir. Bu; orantılılık, ölçülülük ilkesinin bir sonucudur. Kimyasal kastrasyonun, suçun bir daha işlenmesini engellemek ver diğer bireyleri korumak için uygulanmasının ne derece orantılı ölçülüğü olduğu tartışmalıdır. ABD’nin bazı eyalet ceza kanunlarında hâlâ cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ölüm cezasıyla cezalandırılmaktadır.

Gülin Yıldırımkaya’nın 16.07.2009 tarihinde Habertürk Gazetesi’ndeki “Tecavüz Sanıklarına Kimyasal Kısırlaştırma Cezası Verilsin mi?” başlıklı haberinde konuyla ilgili farklı tarafların görüşleri aşağıda sıralanmıştır;

Alev Dedegil - Ak Parti İstanbul Milletvekili: “Ben bu konu üzerine çalışma yaparken hukukçularla da görüştüm, insan haklarına aykırı olduğunu düşünmüyorum. Biyolojik kastrasyon farklı ama benim önerdiğim kimyasal kastrasyon kişinin cinsel aktivetisini sonlandırmıyor, kontrol altına alıyor. Asıl insan haklarına aykırı olan küçük bir çocuğa tecavüz edilmesidir. İnsan hakları diye diye neredeyse bu tür suçlulara “Ne kötü, ne ayıp” bile diyemeyeceğimiz bir noktaya geleceğiz. Hukukta evrensel ilke var biliyorsunuz, kişiler suçları ispat edilene kadar suçsuz muamelesi görüyor. Yani bir anne çocuğuna tecavüz ederken adamın birini yakalayacak ve ona suçu ispat edilene kadar suçsuz muamelesi yapacağız öyle mi? Bu tür suçlarda ciddi önlemler almamız gerektiğini düşünüyorum, bu çerçevede kimyasal kastrasyonun caydırıcı olacağına inanıyorum.”

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: “Türkiye’de kimyasal kısırlaştırma uygulaması yapılabilir. Ama daha önemlisi pedofili hastalarındaki genetik yanı araştırmak. Böyle bir eyleme başvuruyor olmalarında, kendilerinin de başından geçen bir istismar kökeni var mı araştırılmalı. Çocuk istismarı vakalarında, istismarcı kişinin kendisi de aslında kurban olabiliyor. Bu noktada tıbbi desteğe de gereksinim duyulabilir. Kimyasal kısırlaştırma uygulaması İskandinav ülkelerinde de var. İnsan haklarına aykırı mı? Tabii ki bir insanın bedenine yönelik müdahaleye, vücut dokunulmazlığına yönelik bir eyleme girer. Ama aynı zamanda bu suçun bir daha işlenmesini engellemek ve diğer çocukları korumak gibi bir işlevi de vardır. Kimyasal kısırlaştırma uygulaması özellikle tıbbi etik alanında çalışan kişiler tarafından kapsamlı olarak araştırılmalı. İlk başta bir hak ihlali olarak değerlendirilse de, diğer yandan çocuklar ve toplum sağlığı açısından koruyucu bir tutum.”

İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan: “Her birey maddi ve manevi varlığını koruma, geliştirme hakkını sahiptir. Bu bağlamda vücut dokunulmazlığı kuralının ihlal edilmemesi gerekiyor. Sağlık kurulu raporlarıyla, suçlu olduğu tespit edilen bireylere bu tür yöntemlerin önerildiğini dünyaya baktığımızda da görüyoruz. Ancak bu yöntem insan haklarını ihlal edici bir cezadır. Çocuk tecavüzlerinde yasalarda belirtilen cezalar uygulanmalıdır. Ayrıca çocukların korunması açısından devlete yüklenmiş sorumluluklar vardır. Devlet aileler ve çocuklar üzerindeki görevlerini yerine getirmezse, suçu işleyen kişiye verilen kimyasal kısırlaştırma cezası çözüm olabilir mi? Bu tarz yöntemler yerine, sosyal bir takım tedbirler alınması daha akılcı olur. Diyelim ki bu yöntem uygulanmaya başlandı, mağdur olan kişiler adalet anlamında tatmin olacak mı? Bir de Türkiye’deki değer yargıları sorunu var. Toplum olarak değer yargılarımıza önem veriyoruz. Ceza noktasında da müşteki tatmin olmalıdır. Aksi halde adalet mekanizması yara alır ve çok daha kötü sonuçlar doğabilir. “Kimyasal kısırlaştırma” yöntemi, suçu işleyen kişi üzerinden çözüme gitmek ve sorumluluğu üzerimizden atmak, kolaycılık, kestirip atmak demektir.”

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Ceza Hukuku Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Köksal Bayraktar: “Böyle bir ceza bence insan haklarına da ceza hukuku yaklaşımına da aykırıdır. Ceza hukukunun amacı, suçlu olan kişiyi iyileştirmek ve topluma duyarlı bir birey haline getirmektir. Bunun eğitimsel, kültürel, sosyal kısımları vardır. Rehabilitasyon denilen de bir kavram bulunmaktadır. Bu da insanı iyileştirme anlamına gelir. Yani, kimyasal kısırlaştırma, rehabilitasyona ve ceza hukukuna taban tabana zıttır. Adeta ilkel ceza hukuku dönemlerinin bir kalıntısıdır ve son derece yanlıştır.Bugünkü modern ülkelerin hiç birinde böyle bir ceza uygulaması yoktur. Çocuk tecavüzü konusunda yeni ceza hukukunda emniyet tedbirleri vardır. O tedbirler uygulanır. Eğitim verilmeli ki bu bireyler iyileşme gösterip bir daha bu davranışı sergilemesin. Çocuk tecavüzü suçlarında durum aynı zamanda psikolojiktir. Her suç kişiden çok toplumun hastalığıdır. Toplumdaki eksiklikler, yanlışlar ve kötülükler belirli kişilerde suç olarak ortaya çıkar. Kimyasal kısırlaştırma da tasfiye edici bir yaklaşımdır, iyileştirici değil.”


Şahsi görüşüme değinmek gerekirse,

Cinsel suç faillerine kimyasal kastrasyon uygulanmasının kişinin vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı hakkına aykırılık teşkil edeceğini, ayrıca bunun bir tür insan hakları ihlali olabileceğini düşünmekteyim. Ceza hukukunun amacının suçluyu rehabilite etmek olduğu aşikârdır. Kimyasal kastrasyon yaptırımıyla caydırıcılığın ölçüsü kaçabilir. Bu şekilde kişinin kendi başına cinsel ilişki başlatma hürriyetinin elinden alınması söz konusu olacaktır. Failin pedofili olması durumunda, bedensel ceza vermek yerine öncelikle neden bu fiile başvurmuş olabileceği araştırılmalıdır. Kendisine tıbbi destek verilmelidir.

Cinsel suç işlenmesini engellemek ve çocukları korumak için bu yaptırımın orantılı, ölçülü ve insancıl olduğu kanısında değilim. Böyle bir yaptırımın, işin içinden sıyrılıp kolaya kaçmak olduğu fikrindeyim. Suçlular, ne olursa olsun iyileştirilmelidir. Onlar, topluma duyarlı bireyler haline getirilmelidir. Kimyasal kastrasyon uygulamasının ilkel bir yöntem olduğu kanısındayım. Adeta eski hukuk sistemlerinde var olmuş kısasa kısas uygulamasının bir başka görüntüsü gibidir. Hırsızın elini kesmekten hiçbir farkı yoktur. Suçluyu eğitmeliyiz ki; bir daha suç işlemesin. Aksi halde, eğitmek yerine bu tip yaptırımlar faili toplumdan uzaklaştırır, onu toplumdan dışlar ve tasfiye eder. Kişi, toplum dışına itilmiş olur ve onun diğer bireylerle iletişim kuramamasına zemin hazırlar. Bunların sonucunda, fail toplumdan intikam alma psikolojisine bile girebilir. Kimyasal kastrasyon yönteminin bilimsellikten uzak olduğu, modern rasyonel hukuk ilkeleriyle uyumsuz kalacağı açıktır. Suçlunun ıslahı için modern yöntem bu olmamalıdır. Failin, zorunlu kamu hizmetiyle ya da eğitim destekli hapis cezalarıyla hayata tutunması sağlanmalıdır. Topluma kazandırma ancak ve ancak bu ve benzeri yollarla olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder