24 Ağustos 2009 Pazartesi

İspanya Gezi Notları # Part 1

Bugün İspanya'ya gelişimizin 4 üncü günü. Gönül gün be gün, an be an yaşadıklarımızı buraya yazmak isterdi. Ama hem acemilikten, iz bilmezlik yol bilmezlikten hemde şartlardan dolayı buna pek şansım olmadı. Şuan Valencia yolunda İspanya Demiryolu hattında trende yolculuk ederken yazıyorum. Ama buraya gelmeden önce olan biteni anlatmakta fayda var.

Yola Çıkış-----> 14 Ağustos 2009 Cuma
Cuma günü sabahın kör vaktinde arkadaşlarla buluşup Atat
ürk Havaalanına gitmeye karar verdik. Uçak saat 8:30 havalanacağından bizim en geç 6:30 orda olmamızın faydalı olacağı söylendi eş dost tarafından. Malum benim ilk uçak yolculuğum olucağından bu konuda son derece cahildim ki bana değil 6 sabahın 1 inde orda olman gerekiyo deselerdi kesin o saatte orda olurdum. Neyse Cuma günü olduğundan bide erken saatte kalktığından uçak kimseden araba ile bizi bırakmasını isteyemedik.
Aldık sırtımızıa çantaları saat 3:30 da Söğütlüçeşme metrobüs durağında buluştuk. Metrobüsle Yenibosna durağına ordan da taksiyle havaalanına gittik ki açıkçası en doğru kararı verdiğimizi düşünüyorum. Adam başı toplasanız 5 liraya Kadıköy'den havaalanına gelmek üstüne bide bunu herşeyin çift tarifeli olduğu saat aralığında yapmak tercihin haklılığını ortaya koyuyor.
Havaalanına vardığımız da direkt Yurtdışı çıkış pulu harcı olan 15 TL'lik gereksiz, anlamsız, manasız tam bize uyugn ödemeyi yaptık. Ordan kahvaltı edememenin verdiği açlıkla ortada gezinirken bagajlarımızı havayolu şirketine teslim edip duty free kısmına adım atmaya niyetlendik. Niyetlendik niyetlenmesine de burda da bizim eşi benzeri! bulunmaz emniyetimiz pasaportumuzu evirdi çevirdi parmaklarıyla bi güzel ovaladı ondan sonra geçiş izni verdi. Hani ulan herşeye anlarımda vizeye parmak sürümek neden. Pasaport sahte diyelim nüfus cüzdanı da aynı makineden çıkma mesela da vize de geçerli olup olmamasından
sanane. Zaten geçersizse emin ol elin gavuru beni oralarda bırakmaz direkt geriden geriye postalar diye düşünürken Duty Free kısmına geçtik. Ben herşeyin ucuz olamsını beklerken ki bunu hep yolculuk eden insanların ağzından ballandıra ballandıra anlattıklarından dolayı bolca duyuyorum, sonucunda da bi hevesle bi kaç karton sigara alırım, bi iki absolut patlatırım felan derken baktım herşey aynı fiyatta nerdeyse.Bu hayalkırıklığı ile yemek yemenin peşine koşmaya başladık. Maşallah içerde herşey normalinden pahalı. İşyerinde ki
Veli abimin uyarısıyla direkt polis kontrolünü geçtikten sonra sağda mcdonald'sların üzerinde yeralan HSBC Premiere bölümüne gidip siyah mı siyah HSBC Advantage Black kartımı gösterdim ve bi arkadaşımla beraber güzel güzel tamaman bedelsiz kahvaltımı yapıp gazetemi okudum.Sonra yolculuk saatini beklemek kaldı. Uçağa bindik ve uçak havalandı. Bunu herkes tahmin ediyor biliyorum ama niye tekrarladığıma gelince. Bende yükseklik korkusu mevcut. Adımı kesinlikle taşıyan bi adam değilim. Adımı güzel koymuşlarda boş olmuş gerisi... Neyse uçtuk felan derken cam kenarında bendeniz oturdum dışarıyı izliyorum. Bi bakıyorum bulut bi bakıyorum dağlar, deniz, göller. Müthiş bişi anlicanız. Hele hele öndeki ekrandan da o an nerde oldugunu tam olarak gösteren o güzelim ekranla 3,5 saatlik yolculuğu bitirdik. Tabi başka bi coğrafyaya adım atmanın verdiği heyecanla ve kendi ülkemde havaalanında yaşadığım saçmalıkların burda da tekrarlanabileceği endişesiyle önden
inenleri takibe başladım. Önümdeki kitle ne yapıyorsa bende aynısını yaptım. Hani adamın biri dursa pantolonunu indirse bende aynısını yapıcam. O şekildeyim düşünün. Havaalanı oldukça sakin bir yer, özellikle vize kontrolünde adamın pasaportumu alıp sadece bi kaşe vurması, ne kaşıma ne gözüme bakmaması daha da bi hayret vericiydi.Yine neyse diyerekten bu kadar heyecana dayanamayan yüreğim, ay pardon sindirim sistemim ilk meyvesini İspanya Hava Yolları Dış Hatlar Terminalinde verdi. Verdi vermesine de hayretlik bir durum daha doğrusu tu-kakalık bir durumlada karşı karşıya kalmama vesile oldu. Elin ecnebi memleketinde herşey iyi güzel de tuvalette taharet musluğu olmaması inanılmaz moral bozucu. Hani o an insan neyle karşı karşıya kaldığını ve elinden hiç bişey gelmeyeceğini biliyor ya iyicene bi morali bozuluyor. Moral bozmak yok. Daha ispanya havasıyla teneffüs etmemişken hele.

İspanya Havaalanından Çıkış------>
Havaalanından çıkmadan önce bagajları almamız gerekiyor mecburen ya acaba bagajlar hani çarktta dönüo diye aranırken güzel yurdumun iki genç kızınında bizim gibi arandıklarını farketim. Neyse ki erkekliğin ve de mantıklı düşünebilmenin verdiği güçle onlardan önce bulduk bagajları. Dönüpte bagajları bulduğumuz bandı söyleyip
onların gözünde kazanacağım artı puanları karizmaya çevirmek istedim ama bi de ne görim kızlar bandın karşı taraftına gelmiş bile. Neyse 3 arkadaş sırtta çantalar havaalanından çıkıp şehir merkezine gitmek için araç ararken hemen karşımızda bi otobüs gördük.Otobüsün kendileri A1 oluyo. Nerde inerim ne yaparım demeyin otobüs direkt sizi alıyo şehir merkezinden bırakıyo. Neyse biz Otobüse binip how much sorusunu tellafuz ederken karşımızda çılgın mı çılgın, yakışıklı mı yakışıklı, karizma mı karizma otobüs şöförüyle gördük. Aha dedim dakka bir gol bir! Bunların otobüs şöförü böyleyse diğerlerini düşünemiyorum. Bu arada şunu da belirtmeklte fayda var. Otobüs şöförüne gelene kadar toplasanız bi 5 -6 tane ispanyol gördük ki onlarda çok seksi olmasalarda normal insandan az biraz daha iyi durumdaydılar. Beni olayım orda bitmişken aslında hiçbişeyin başlamamış olduğundan haberim yok tabi. Ben sırtta 10 kiloluk çanta acaba nasıl Camp Nou'ya gider bi güzel orayı tavaf ederim diye düşünüyorum. Ha bide gelmeden önce rezervasyonunu yaptığımız Sant Jordi Les
Corts hostelini nasıl buluruz derdindeyim ki bu dert İspanya daki ilk günümüzü aldı götürdü desem yalan söylemiş olmam inanın.
Biz üç kafadar şehir merkezinde indik, akıllıyız, mantıklıyız, teknoloji donanmışız ya taksiye binmeden yürüyerek buluruz diyoruz hosteli. Ulan biriniz çıkıp olm sizin etiniz ne budunuz ne daha adamların bi bardak suyunu içmemişsiniz nasıl yol bulucam diye sırtta 10 ar kiloluk çantalarla o sıcakta hosteli aramaya başladınız dese şimdi abi erkekliğe bok sürdürmekte olmaz ya başlarız tonla bahane bulmaya.
Sırtta çantalar elde navigasyon cihazı başladık hosteli aramaya. Hostel Les Corts bölgesinde ama biz adı Les Corts diye fikir yürütüyoruz. Haliyle de yanıldığımızdan her sokağı her caddeyi tek tek adımlıyoruz. Zaten hepimiz günün erken saati kalkmanın vermiş olduğu yorgunlukla ayakta kalmaya çalışıyoruz. Hava da acaip sıcak. Bu arada sigaramız bitmiş farkına varıyoruz. Bu kadar yorgunluğa en güzel gelecek şey kendisidir. Hesap edince de yolculuklar derken ortalama bi 6 saattir bi fırt bile çekmemişliğin verdiği özlemle sigara aranmaya başlıyoruz. Zaten biz şu ispanya macerasına başladık başlayalı hep bi aranma halindeyiz nedense. Hani bişide gelse ben burdayım boş yere aramayın dese. Nerdeee biz de bu baht olduğu sürece bu böyle devam eder. Devam edeyim.. Bu memlekkette arkadaş her dükkanda içki
var. Süper bişi. Lokanta , restaurantı geçtim nerdeyse simitçi olsa o bile içki satıcak. Bizim Taksim'de otobüslerin kalktığı yerde su satan çocular varya burda da içki satan adamlar var düşünün. Ama bi sigara satış zihniyeti var akıllara zarar. Gerizekalı bi otomat sistemiyle satıyolar sigarayı ya da Tabacs denilen tütüncülerde satılıyor. Heryer de fiaytı değişioda meretin ya onu da anlamadım. Neyse biz hostel ararken toplamda bi 100 km yürümüşüzdür heralde -abartmıyorum inanın- anca bi tane tütüncü gördük. Onda da winston 3.15 € -bu fiyat bazı yerde 3 oluo bazı yerde 3.20 haberiniz ola- yanına da bi hevesle FCB çakmağı aldık. Ama kimse abi şundan 2 paket alalım ne olur ne olmaz demedi daha doğrusu akıl etmedi ya sigara sorun olarak başladı sorun olmayada devam ediyor burda. Ama inadına seviyorum be kardeşim. O beni bıraksa ben bırakmicam onu. Neyse bulduk içtik güzel felan. Ama hala hosteli bulamadık. hostelin adresi şu şekilde.......... Şimdi ordaki G..
sokağındayız ama ulan herşey var bi o yok. Güneş zaten tavan yapmış durumda, gelen geçene soruyoruz adresi herkes başka yönü gösteriyo. Bide nerdeyse her dükkanın sonunda Les Corts yazıo ama biz hala onun mekan ismi olduğunu anlayamıyoruz. Bi kere anamız ağlamak üzere, ağlamasına daha var, tam ağlamaya başlicak saat olmu 4 biz hala hostel arıyoruz sırttaki çantalarla düşünün. En son dayanamadık baktık olmuo iphoneden çıkardım hattı taktım netbooka açtım hosteli tuttuğumuz siteyi ordan resimlere baktık bir de ne görelim. Biz hostelin önünden gçmişiz üstüne bi sokak ilerisindeyiz sadece. Ama ulan önünden geçtik nasıl görmedik diye kızmadık kendimize. Hayatımda bu kadar küçük tabela görmedim ben. Bide kapıya takılı. Hani onu bulabilmen için cidden ecnebi olman lazım. Bizim o tabelarla karşılaştırmayı bıraktım ben bile elle kapıya yazsam daha net görünür. Buna da neyse diyip geçelim istedik ama hostele girdik ödemeyi Vienetta ablamıza yaptık ki - abla aslen
brezilyalı ama taş gibi hatundu ne yalan söyliyim- Turkcell o. çocuğundan mesaj geldi. Yani kusura bakmayın bu blogta hiç böyle alelade küfretmedim ama bunlar harbi tabir ettiğim gibi.Nedenine gelince; İspanya'ya gelince telefon direkt Orange diye bir servis sağlayıcıya geçti. Ben ki yola çıkmadan önce Turkcell şerefsizini arayıp yurtdışında ne yapabiliriz yapamayız onu öğrendim, kampanya varsa faydalanmak istedim ama hiçbişi yoktu. Hani büyük firma ya.... Neyse biz sırf iki tane web sayfası açtık diye gelen mesaj şu oldu: "Sayın kullanıcımız yurtdışı internet download miktarınız 20 MB'ta ulaşmıştır. MB ücret 9,99 TL'dir" Ulan şimdi başlicam yine küfüre ya beni tanıyanlar ne içten küfür ettiğimi bilirler... Çarpın bi. Daha oturup terimizi silmeden 200 Tl fatura çıktı karşımıza. O günden beride açmıyorum telefonu. Sırf şemsiye daha fazla açılmasın diye. Size tavsiyem eğer ki yeni hat alacaksanız ve birgün yurtdışında çıkmayı planlıyorsanız adam gibi hat bilgilerini araştırmanız.
Burda her yerde Vodafone var. Heralde Türkiye'den de alınca burda kullanım kolaylığı vardır. Yok ise de boşverin telefonu bırakın evinizde..
Geldik hostele yorgunuz ama ortalık cıbıl kaynıyo diye sevinmedikde değil hani. Burda cıbıldan kastım güzel avrupalı genç kız toplulukları. Erkeklerde var tabi ama onlar sadece varlar o kadar yani. Hele bizim gibi Anadolu erkekleri yanında varlıkları bile anlamsız ya tek sorun bizim kıçımızdan terler akması. Yorgunuz anlatabiliyorumuyum. Ölümüne yorgunuz... Vienetta odamızı gösterdi. Kesinlikle hostelworld sitesinde gözüken şekilde değil yatma yerleri. Diğer mekanlar tamamda odalar fena. Kıçkıça herkes. Ama durumu cıbıllar kurtarıodu ne yalan söyliyim. Kurtarıodu kurtarmasına da biz girdik ertesi gün o cıbılların hepsi gitti biizim oda da big pig ile little pig kaldı. Hani arkadaşlardan biri büyük olanı çıplakta gördü ama hani görmese daha iyi olur dedirten cinsinden hatun. 30 € bayılmışım günlüğüne ya bide acaip bi kötü gelmeye başladı ortam. Malum cıbıl niyetine yine biz kaldık. Bizden de ne cıbıl olur ya
...

İspanya'ya gelişimizin 5 inci günü...
(Yazıya Valencia Center Youth Hostel'de devam ediyorum)

Barcelona Şehrine ilk İniş---->
Şehre sırtımızda çantalar olmadan ilk defa inmenin verdiği memnuniyetle İspanya'da hemen hemen her sokakta, mahalle de yer alan dükkanların birinini önünde oturduk. Üçümüzün de aklında sadece bira içmek vardı. Siparişi verdik. Estrella adında bi bira geldi masamıza. Ya yorgunluktan olucak ya da başka bir nedeni vardı bilemiyorum ama müthiş bi biraydı. Uzun zamandır içtiğim en güzel biraydı. Orda hepimiz aynı fikirde olmamıza rağmen yine de bizim Efes'i de unutmadık. Şu dakikaya kadar İspanya da içtiğim en güzel bira odur açıkçası. Burda Steinberg, Amestad, Guinnes biralarını da denedim ama sanırım İspanya'nın Efes'i Estrella Damm..
Hava kararmaya başladıkça günün yorgunluğu, sıcak hava, vs. derken bizde de arızalar çıkmaya başladı. Bi arkadaşım belindeki rahatsızlıktan bendenizde söylemesi ayıp pişik olduğumdan bir an önce hostele dönmek istedik. Dönmek istedik istemesine de bi yandan da bana bebe pudrası almak durumu ortaya çıktı. İspanya'da eczanelerin adı Farmacia. Bildiğimiz bizim eczanelerin aynısı. Arkada iğne yapılan oda önde de ilaçlar ve tartı benzeri cihazlar. Neyse şimdi mesele eczane bulmak değilde bebe pudrasını anlatmak. Ee bide pişik olan benim mecburi ben alıcam. Neyse ne dedim açtım iphone çeviri yaptım karşıma powder kelimesi çıktı pudra yazınca. İspanyolcasını da buldum ne olur ne olmaz diye ama eczaneye girip adama söylediğimde hatta ve hatta makineden okuttuğumda bile adam bana anlamıyorum diye cevap verdi. Ulan dedim sıçtık. Şimdi kıpkırmızı götle buralarda 10 gün bitmez. Bi canrıhah şekilde önce white dedim sonra da peşine baby i koydum. Elimle de sözlerimi destekler bi hareket cektim. Adam okey dedi bizim pudrayı nam-ı diğer Dalco'yu verdi. Siz siz olun ecnebi memleketlere gelirken yanınıza iğne iplik takımı, yarabandı , bebe pudrası gibi ilk yardım malzemelerini getirin.

Barcelona Şehrinde İlk Tam Gün-------> 15 Ağustos 2009 Cumartesi
Bugün arkadaşlarla direkt Las Ramblas caddesine indik. Burda caddeler, sokaklar o kadar büyük ve geniş oldugundan hani bu şehrin en büyük caddesi diyemiyorum. En ünlüsü ama en büyüğümü bilmem. Ha bide en işlek ve en kazık olan caddesi. Caddenin arka sokaklarına indikçe almak istediğiniz şeyin ucuzladığını görüceksiniz. Cadde de sadece Carrefour alış veriş durumunu kurtarıo. Yoksa hani öpücü bütün esnaflar. Ama en azından 'gel vatandaş gel' diye ne bağıranını gördüm ne de masasına oturtmak için buyur çekenini. Hatta ve hatta birazda ilgisiz gibiler ya bizim bünye alışık değil pek kaldıramıyo ilgisizliği...
Caddeye gelince. Caddeye metro hattından ulaşmak çok kolay. Catalunya, Liceu duraklarında inip caddenin başından veya ortasından çıkabilirsiniz. Sonda da bi tane durak vardı da adını hatırlayamadım. Metro kullanmak çok önemli. Yollar açıkçası bomboş. Hele ara sokaklar in-cin top oynuyo. Ama en hızlı en ezberci şekilde gezinmek için metro birebir. Fiyat kısmına gelince burda ki metro bilet mantığıda bizim gibi akbil insanı için ters. Hani gözünü sevim ben akbilin. Burda kağıttan bilet. Makinelerden alınabilio. Eğer başta hesabınızı iyi yaparsanız karlı çıkarsınız. Ama bizim gibi bölük pörçük yaparsanız battınız demektir. Acaip kazık bi sistem bu da. Durakları öğrenmek kolay. Hatların mantığını çözerseniz her yere rahatlıkla gidersiniz. Bizim gibi bi 10 yıl önceden başlamadığı için metro hizmeti şehrin dört köşesine gidebiliyorsunuz. Aktarma herşeyin çözümü. Otobüs kısmında ise söyleyebileceğim bişi yok. İnanın 5 gündür bi kere otobüse binmedim.
Cadde de ilerlerken çeşitli kıyafetler giymiş poz veren insanlar gördük. Bunların hepsi bildiğimiz ya bi ünlüyü ya da bi anı canlandıran kılıklara girmiş, boyanmış sanatçılar. Önlerinde birer para kutusu var. Eğer elinizde 1 € 'yu ses çıkartacak şekilde kutuya atarsanız hareket etmeye başlayıp sizi yanlarına çağırıyorlar. Sizinle birlikte poz vererek resim çektiriyorlar. Hani güzel meslek. Tek zorluğu sanırım bütün gün ayakta durmak. Ama klasik bir Türk aklı ile hesap ederseniz baya da iyi para kaldırıyorlar hani. Ha bide bizim Taksim'de meşhur ağzında bi metalle Godfather müziğini durmadan çalan bir eleman varya onun çömezleri var burda. Çömez diyorum çünki bizim Taksim'deki elemanın eline su dökemez bunlar. Gıcık gıcık sesler çıkarıyorlar. Bide acaip iticiler. En azından benim için.
Cadde de ilerlermeye devam ettikçe sizin portrenizi ya normak ya da karikatüristik şekilde çizen ressamları görüyoduk, gördükçe de aklımıza Kadıköy İskele Meydanı'nda bulunan Yapı Kredi Bankası'nın ara sokağında bu işi yapan adam aklımıza geliyodu üzülüyoduk. Niye derseniz bizim elemanından bunlardan aşşağı kalır bi yanı yok ama bizde sanat sepet işlerine ilgi alaka da azdır, kazancı pek olmaz. Burdakiler ise çatır çatır para kazanıo, ilgi çekiyolar walla. Üzülmemek elde değil anlicanız.

İspanya'ya gelişimizin 6 inci günü...
(Yazıya Valencia 'dan Madrid'e Giden Tren de devam ediyorum)

Caddenin sonlarına geldikçe bir tenhalık kendini belli ediyor. Tenhalık diyorum sma kıyaslamayı daha çok caddenin baş tarafıyla yapıyorum. Caddenin sonlarında etrafında aslan heykellerinin olduğu bi anıt benzeri bişi karşılıyor. İspanya tarihi ile ilgili çok fazla bilgi sahibi olmadığımdan ad veremicem. Zaten İspanya tarihi iç savaşıyla ünlüdür, onu da bilen yarım yamalak bilir. Ben daha tam olarak bilgi sahibi olan birini göremedim. Ben konuma döneyim. Caddenin aşağısında anıtın buluınduğu yer sahil kısmı oluyor. Sahil kısmında anıtın tam karşısında eski para, plak benzeri ürünlerin satıldığı bizim kadıköylülerin çok iyi bildiği bit pazarı benzeri tezgahlar mevcut. Bunların tek farkı ürünleri yere değil şemsiyeli tezgaha açmaları, pahalı olmaları. Pazar da pek takılmadan direkt orda bulunan köprüye yöneldik. Köprünün sol tarafı marina olarak kullanıyo. Çok sayıda yat, tekne mevcut. Diğer yanı da direkt denize açılıyor ki orda bulunan bir feribot bizi uzay zamanında bilmem kaçıncı milyon yıla götürdü bilemiyorum. Çok enterasan bir feribottu, şeklen şemalen. Nereye gittiği yönünde fikir yürütebildik sadece ki bu fikirlerden biri İbiza Adasıydı. Anlkicanız aklımız hep orda. Neyse köprünün diğer tarafında maremagnum alışveriş merkezi mevcut. İçerisi bizim memlekette de olan alışveriş merkezleriyle aynı. Tek ve en önemli farkları markalar. Burda Ferrari'den tutunda BarçaBotiga spor mağazaları ile diğer isim yapmış markaların dükkanları mevcut. İçim Ferrari tişörtüne eriyip gitse de maddi şartlardan dolayı bu şekilde bir harcamayı göze alamadım.
Alışveriş merkezinin gezintiyi bitirince hemen arkasında yeralan sanırım dünyanın en büyük akvaryumu olan Aqua....... bilet alıp girdik. Bilet fiyatları kişi başı 17 €. Değer mi diye sorarsanız kesinlikle değer. Bileti alıp içeri girince direkt iki genç kız bi yerde durdurup fotoğrafınızı çekiyor. Çıkışta da bu fotoyu isterseniz satın alıyorsunuz. Fiyatı 8 €. Ne kadar pahalı gözükse de sonuçta ana dedik bizde öyle aldık. Yoksa saçma sapan bi foto ne yalan söyliyim. Ha bi de çalışan hatun nerden geldiğinizi soruo. Biz Türkiye deyince bi ağzını büzdü felan orda tutup tokatlayasım geldi. Ulan hem kıçını yıkamaktan acizsin hem de beni beğenmiyosun. Adamların bide tuvaletten çıkarken el yıkaması var. O daha bir rezil. O elle yemek yiyosan domuzunda, kuşunda gribini kaparsın. Her türlü veba seni bulur haliyle. Yİne saptık konudan. Akvaryum turu güzeldi açıkçası. En vurucu anı altta hareket eden zemin üzerinde ilerlerken çevrenizin yer kısmı hariç kalan tüm kısmının akvaryumla çevrelenmesi. Üstünüzden köpekbalığı geçerken, yan taraftan da diğer türlü türlü balıkların geçişini izlemek. Ama burda da bişi eksik geldi bana. Cok arandım tarandım ama bi türlü ahtapot göremedim. Gidipte gören olursa foto çekip yollasın dicem zaten de yine de canlı kendi gözlerimle görmeyi daha çok isterdim.
Akvaryumda gezinti bitince salına salına yine caddeye döndük. Metroya binmek için duraktan aşağıya indik. Metro duraklarında bizimkilerin benzeri çalgıcılar var. Bunlar bi de ırk ırk. Artık çinlimi japonmu korelimi bilemedim bi adam var kemençe benzeri bişi çalıo. Belli işi bu adamın. Hergün nerdyese belli zaman aralıklarında duruo tam metronun ortasına başlıo aleti gıy gıy çalmaya. Bunun dışında bi de metro da yerde yatan insanlar mevcut. Bazısı kötü giyimli bazı temiz. Onu anlayamadım hani.Evsizler mi yoksa zevk için mi takılıyorlar bilemedim. Bu ecnebilerden herşeyi bekler durumdayım ya ondan herşeye türlü türlü cevaplar arıyorum.
Gün güzel devam ediyor ya sonunu getirmeyelim istedik. Hostel de biraz dinlenip caddeye geri dönelim dedik. Dediğimiz gibi de yaptık. Ufak bir dinlenme, hazırlıktan sonra caddeye geri çıktık. Aşağı sahile doğru indik inmesine de arkadaşın beli rahatsız olduğundan ilerleyemedik pek. Oturduk sahilde aldık biraları muhabbet etmeye başladık. Bu arada bi de siyahi arkadaşlar ile ellerinde torbalı adamlar yanımıza gidip gelmeye başladı. Bişiler mırıldanıyorlar ama ispanyolca bilen olmadığından dediklerini ahreketlerinden çıkarmaya çalışıyoruz oda fayda etmiyor. Zaman ilerledikçe bi zencilerin ne dediğini anlar olduk ki onlarda ot isteyip istemediğimizi soruyolarmış. Poşetli amcalar ise bira satıyomuş. Tanesi 1 €. Bildiğiniz kutu bira. Bu adamlar nerden buluoda bu kadar ucuza satıyolar anlayamadım. Bulsak bizde alıcaz bi kasa ama nereye gitsek 3-5 € dan satıolar mereti. Neyse gelip geçeni kestikten, kendimizce yorumlar yaptıktan sonra hostele geri döndük.

Mabed'e Camp Nou'ya Gidiş------>16 Ağustos 2009
Bugün büyük gün. Şu ana kadar çekilmiş bütün sıkıntların, yapılan hazırlıkların, yaşanan maceraların tek ve asıl sebebi. Mabed'i Barcelona Futbol Klubü'nün sahası, evi, herşeyi Nou Camp'ı ziyaret etmek için hostelden yola çıktık. Hostel aslında stada yürüme mesafesinde ama biz daha bilmiyoruz. Çıktık hostelden gittik metro durağına. Yanlış hatırlamıyosam Zone Universitaria durağında inip aşağıya doğru yürüdük. Sonra harita üzerinden baka baka bi 15 dakka daha yürüyüp 18 nolu kapının önüne geldik. Stad dıştan büyük gözükse de pek ihtişamlı değil açıkçası. 18 nolu kapıdan ........ nolu kapıya gittikten sonra büyük bir kalabalıklar karşılaştık. Stadın, megastore ve diğer tüm şeylerin girişi bu kapıdan yapılıo. İçeri girdik arkadaşlardan biri daha önceden aldığımız Barselona-Athletic Bilbao İspanya Süper Kupa Final maçı biletlerinin confirm etmek için sıraya, benle bir arkadaşta stad turu bileti almak için başka bir sıraya girdik. Stad turu bilet fiyatları 17 €. Sonuna kadar da hakediyorlar açıkçası. Stad turuna biletleri aldıktan sonra store gittik. Bendeniz hasta Beşiktaşlı olduğumdan ve bişı alıcaksam muhakkak kartal yuvasına uğradığımdan karşılabileceğim şeyi tahmin etmeye çalışırken içeri adım attığımda store ların bizimkilerle kesinlikle karşılaştırılmamsı gerektiğini anladım. Bizimkiler bunların eline su dökemez açıkçası. Herşey o kadar bol, herşey o kadar güzel ki.Yok yok yani. Aklınıza gelebilecek her türlü şey mevcut. Ama fiyatlarda az değil hani. İsimsiz bir Barça forması 67 €, isim yazdırmak 12 €, atkılar 12 €, tişörtler 25-30 € dan başlıyo ve sonu yokmuş gibi duruyorylar. Neyse ben bir Barça forması ve atkısı alıp olayı 100 € ile bitirmeyi planlıyorum. Bunu da maç günü yapıcam. Şimdi o kadar yol gidicez die almak istemedim. Biz Alice Harikalar Diyarın da gezinen, aklını geride bırakmış insanlar olarak zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Az kalsın günün son stad turunu kaçırıyoduk. Koşa koşa son tura yetiştik. Yetiştik yetişmesine de bizim turda olan Feline ve Liam adları sırtlarına yazılmış Barça formalı iki güzelle aynı anda stadı turlamak kafa karışıklığına neden olmadı değil hani. Bi yandan cennete olup bütün dertleri sıkıntıları unutan ben bu iki güzel hatunu görünce gerçek dünya ya iner gibi oluodum. Anlicanız tur boyunca baya frekans bozukluğu yaşadım. Tur boyunca tam sırasını şu an hatırlayamasam da konuk takım soyunma odası, müze gezintisi yanında en önemli şeyi yani futbolcuların sahaya çıkış koridorundan inerek sahanın ziyaretçilere ayrılmış küçük bir bölümünden sahayı dört bir yandan izleme şansına nail olduk. Stad o kadar büyük ve o kadar ihtişamlı ki tribünler boş bile olsa o hissi yaşayabiliyorsunuz. Sahanın içinden daha sonra bizde şeref tribünü olarak adlandırılan ve kodamanların oturduğu kısma geçiyor, ordan da maçı anlatan spikerlerin olduğu bölüme en sonlara yakında basın toplantılarının yapıldığı odaya geçiyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Barcelona oyuncularının soyunma odası kutsal sayıldığından ziyaretçileri o bölüme almıyorlar. Neyse tur gezisi sonrası her zaman ki gibi tekrardan Barcelona'nın bana göre kalbi sayılan caddesine inip tur attıktan sonra hostele dönüp ertesi günkü Valencia yolculuğu için hostele geri döndük.

İspanya'ya gelişimizin 10 uncu günü...
(Yazıya Barcelona'daki son konaklama yapılacak hostelden devam ediyorum)

Valencia'ya Yolculuk -----> 17 Ağustos 2009
Daha önceki tur programımızda Valencia 'dan önce Barcelona'ya 1.5 saatlik uzaklıkta yer alan Tarragona iline gitmeyi planlasakta verdiğimiz ortak kararla bu ili geçip direkt Valencia'ya gitmeyi ordan da direkt Madrid'e geçmeye karar verdik. Sabah çantalarımızı sırtlayıp Sant Estacio metro durağının hemen karşısında yer alan tren istasyonuna girip bilet kuyruğuna geçtik. Orda farkına vardığım İspanya'da neden bu kadar çok fransızın olduğuydu. Elemanlar trenle rahatlıkla gidip gelebildikleri için bu şehirde çok fazlalar. Onun dışında plan dahilinde araç kiralama olayından 300 küsür euro nedeniyle vazgeçmiş olmamızın ne kadar yanlış olduğunu ilerleyen günlerde anlamamız bize büyük bir tecrübe oldu. Valencia'ya tren Barcelona'dan 2,5 saat civarında varıyor. Bilet fiyatlarıda kişi başı 40 €. Valencia'dan Madrid'e geçişi de trenle gerçekleştirip bi 40 € bayılmak hepsinin üstüne de Madrid'den Barcelona'ya yine trenle gidip 7 saat yol çekmek bi de 55 € ödemek neden 300 küsür € ya araç kiralamamanın bize daha pahalıya patladığını açıklaması olacaktır. Hepsi bi yana yaşadığımız onca sıkıntı o kadar dert ve onca kayıbı yazının ilerleyen bölümlerinde okuyunca bize çeşitli adlar takacağınızı tahmin eder gibiyim ki bu tanımlamaları sonuna kadar hakkettiğimizi düşünüyorum. Gezinti notlarına dönersek Valencia'ya ilk tren öğlen saat 14.30 olması muhteşemdi. En azından istasyonda daha az vakit geçirip erken saatler de Valencia'da olabilecektik. Rahat rahat hostel bulup yerleşip dinlenebilecektik. Ama bileti alan arkadaşın Gaudi aşkı yüzünden bileti saat 9 gibi almış olup bütün gün Barcelona sokaklarında sırtta 10-15 kiloluk çantalarla vakit geçirmek zorunda kaldık. Neyse ki her tren istasyonun da yer alan emanetçilere 4,5 € bayılarak büyük boy dolap kiralayıp eşyaları sırtlarımızda taşıma derdinden kurtulduk. Gerçi sanat aşkıyla yanan arkadaşımız nedense sırtında ki çantayı bırakmadı. Heralde kafasına göre bilet almasından dolayı bizden yediği zılgıtlardan dolayı kendini cezalandırma yoluna gitti ama inanın ki o an gereksiz bir hareketti. Sırtında o koca çantayla Gaudi'nin meşhur Sagrada Familia -bitmeyen kilisesi- sını gezmek hele ki ispanya sıcağında çok çok gereksiz bi tavırdı. Neyse her koyun kendi bacağından asılır misali ben de diğer arkadaşla tekrardan Barcelona sokaklarından turlamaya başladık. Açıkçası o kadar saati nasıl geçirdik şu an hatırlamıyorum ama çok yorulduğumu söyleyebilirim. Akşama kadar bu şekilde devam edip saat 9 gibi trene bindik. Saat gece 11:30 gibi Valencia durağına vardık varmasına da gece ne yapıcaz bilmeden yine sırttaki çantaları tren istasyonunda ki emanetçiye bırakıp birazda soluklanıp sokaklara saldık kendimizi. O gece için tasarruf amaçlı hostel tutmadığımızdan üstüne de ertesi gün saat 11-12 ye kadar hostele giriş yapamayacağımızdan Barcelona'daki hostel arayışımızın benzerini yaşamamk için ertesi gün kalacağımız hostelin adresini çıkarmaya karar verdik. Artık biraz daha tecrübeli olduğumuzdan hosteli bulmak cok zor olmadı. Erken saatte hosteli bulunca bari fırsat bu fırsat diyerek gece Valencia sokaklarında tur atıp fotoğraf çekmeye başladık. Bu arada biraz soluklanalım diye oturduğumuz yerde Burak şapkasını unuttu. Şapkayı unuttuğu noktadan çok fazla uzaklaştığımız ve hepimiz ölümüne yorgun olduğundan kimse geri dönüp şapkayı aramaya yeltenmedi ki bu olay başımıza geleceklerin habercisiydi. Saat biraz daha ilerleyince açlıkla bi de susamışlıkla bir markete girip bi kaç şey almaya karar verdik. Susamışlığı birayla geçiştirirz diye düşünürken saat gece 10'dan sonra Valencia'da marketlerde bira satışının yasak olduğunu öğrendik. Bu gecenin ne kadar uzun süreceğini en azından benim için çok uzun süreceğinin işaretiydi. Arkadaşlar yorgunluktan ve yersizlikten meydanda ki banklarda uyumanın akıllıca olduğunu düşündüler. Bana da bu şartlarda ayakta bekleyip cebimizdeki üç kuruşa ve pasaportlara sahip çıkmak düştü. Sanatsever arkadaşımız sırtında çantayla Sagrada Familia turu yapmaktan, diğer arkadaşta kafayı koyduğu her yerde rahatlıkla uyuyabildiğinden direkt bankta zıbarmaya başladılar. Bendenizde etrafımızda fink atan siyahi dünya vatandaşlarıyla göz göze gelip ayakta durma derdiyle çıkardım ayakkabıları oturdum banka. Gece boyunca en ilginç olan şey, tişörtünü çıkartıp banka asan, altında şort yanında bi şişe su ile ışığın hemen altında oturup kitap okuyan ispanyol delikanlısıydı. Biz banklara oturmadan önce oraya oturmuş kitabını okuyan bu genç - ki karizma had safadaydı- saat 2.30 gibi ben sigara yaktıktan sonra "Hey Amigos Sigaret" diye bağırıp el hareketiyle benden sigara otlandıktan sonra kitabını okumaya devam edip saat 3.30 civarları üstünü giyip gitmesi, giderken de bana bi hoşçakal modunda hareket çekmesiydi. Dedim o an kendi kendime "ulan sen bu karizmayla taksime otur vermeyen kız olursa ben vericem".. O derece şekildi arkadaş ama bi o kadar da kendi halindeydi. Bunu belirtmemek ayıp olur. Neyse gün ağırmaya başlayınca direkt tren istasyonuna gidip sırt çantalarımızı alıp hostelimize gittik. Hostelin adı Center Valencia Youth Hotel. Saınt Jordi'den sonra daha kötü bir yer beklerken inanılmaz profesyonel, düzgün ve temiz bi hostel bulunca hepimiz çok mutlu olduk. Hostel odalarının içinde duş tuvalet mevcut. Sabah akşam temizlik yapan insanlar var. Oda mis gibi kokuyo ki fiyatıda o iğrenç Saınt Jordiye göre daha ucuz. Günlüğü 20 €. Sonuna kadar hakediyolar. Şehir merkezine de inanılmaz yakın. Hani gün olur Valencia'ya giderseniz hiç otel aramyın. Burayı sonuna kadar tavsiye ederim.

Burdan sonra yazacaklarım Türkiye'ye kaldı. Şimdi Barça-Athletic Bilbao İspanya Süper Kupa Finali 2. Maçını izlemek için hazırlık yapmak lazım. Üstümüzde Beşiktaş forması stadda yerimi alıcam. Bütün dertler bunun içindi ya zaten....

Valencia -----> 18 Ağustos 2009
Valencia------> 19 Ağustos 2009
Madrid------>20 Ağustos 2009
Madrid----->21 Ağustos 2009
Barcelona------->22 Ağustos 2009
Barcelona-------->23 Ağustos 2009
Eve Dönüş------->24 Ağustos 2009

2 yorum:

  1. bende gitmek istiyorum ispanyaya :D
    hatta orada yaşamk istiyorum :D
    maça gitmek Messi izlemk istiyorum :D
    orada yaşanabilir mi ? yani bir Türk için uygun bir yer mi ? teşekkürler :D

    YanıtlaSil
  2. Orada yaşayan Türkler vardı. Ama klasik olarak hepsi iş güç sahibi olmalarına rağmen bulundukları ülkenin kültürüne ayak uyduramamışlardı. En azından benim dışardan bir göz olarak yorumum budur.
    Mesele bi yerlere gitmek yerleşmek değil aslen. İstediğin herşey hayat içinde mümkün olan şeyler. Asıl zor olan alıştığın bildiğin öğrendiğin herşeyin toptan değişmesi, farklılaşması.
    İlk olarak ne yapıp edip bir-iki hafta hayalini kurduğun şeyin provasını yapmak sonra da oturup enine boyuna düşünüp karar vermek. Benim önerim budur.
    Ha bana sorarsan yolda yere tüküren, küfreden, şalvar giyen yani kısaca bu toplum içinde küçük görülmesine neden olan tonla hareketi yapan insanın tırnağını dışarda modern denilen topluma değişmeyeceğimdir.

    YanıtlaSil